Günümüzde siyasal kampanyaların en önemli aracı elbette geleneksel ve yeni medya. Kitle medyası ve sosyal medyayı etkin kullanmak, medyanın, dolayısıyla seçmenin de gündeminde olmak oldukça önemli. Ancak araştırmalar, medyanın kitlesel gücüne rağmen yüz yüze ya da birebir iletişimin siyasal kampanyalarda önemli bir güç olduğunu gösteriyor. Literatürde “canvassing” tekniği olarak adlandırılan yüz yüze iletişim nasıl yürütülüyor, araştırmalar canvassing’in etkisi konusunda neler söylüyor ve Türk siyasal hayatındaki yeri nedir? Alanyazındaki önemli araştırmalar ve Türkiye’deki örnekleri kısaca derlemeye çalıştım.
Canvassing parti gönüllüleri, adayları ve/veya bizzat liderin kapı kapı dolaşarak ya da sokakta yurttaşlarla birebir konuşarak yaptıkları seçim çalışmaları olarak tanımlanır. Başka bir ifadeyle de seçmene kitlesel olarak değil de doğrudan, kişisel olarak ulaşma stratejisidir. Parti gönüllülerinin söz konusu partinin el ilanlarını, varsa anahtarlık, kalem gibi küçük hediyelerini seçmene sunması ve seçmenle sıcak bir ilişki kurmaya çalışması etkili canvassing tekniklerindendir. Ancak tahmin edilir ki bu çalışma, parti teşkilatlarının güçlü olduğu ve adanmışlıkla sokağa çıkabilecek, gelebilecek olumsuz yanıtları nezaketle yönetebilecek yetkin gönüllülere ihtiyaç duyar. Bu nedenle kolay bir çalışma olmadığı açıktır. Adayların ve liderin sokağa “inmesi”, esnaf ve şoför gibi meslek gruplarıyla ve sokaktaki insanlarla gündelik hayatın içinde iletişime geçmesi de canvassing’in bir türü olarak değerlendirilir. Ayrıca cep telefonlarına mesaj göndermek, telefonla ses kaydı dinletmek ya da isme posta göndermek gibi yollar da canvassing teknikleri arasında yer almaktadır.
Medyaya güvenin azalması kişisel iletişimin etkisini artırıyor
Siyasal iletişimde canvassing konusundaki ilk çalışmalar 1970’li yıllarda ABD’de (Michigan Üniversitesi) başlar. Seçmenle birebir iletişimin etkileri; seçmenin sandığa gitmeye ikna edilmesi ve bir adayı seçmeye yönlendirilmesi şeklinde iki başlıkta incelenir. ABD’de bu yıllarda yapılan çalışmalar, canvassing’in seçmeni sandığa gitmeye ikna etme konusunda başarılı olurken oy verme tercihine sınırlı bir etkisi olduğunu göstermiştir. ABD’de yürütülen pek çok seçim çalışmasında canvassing’in seçmen mobilizasyonunu artırmak amacıyla kullanıldığı görülmektedir.
Yüz yüze iletişim ya da “kapı kapı dolaşma” tekniğinin 1990’lı yıllardan sonra ön plana çıktığını söylemek yanlış olmaz. Bunda seçmenin ve genel olarak toplumun kitle medyasına güveninin azalmasının payı olduğu düşünülür. İnsanlar medyadan gelen mesajlardan etkilenmekte, ancak bu mesajlar kişisel temasla birleştiğinde ikna edici etkisi çok daha yüksek olmaktadır. 2000’li yıllara gelindiğinde ise yüz yüze iletişimin oy verme davranışında medya mesajlarından bile etkili olduğunu gösteren çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Özellikle yerel ve bölgesel seçimlerde seçmenle kişisel iletişimin yalnızca sandığa gitme oranını değil, adayların oy oranlarını da yükselttiği görülmüştür.
Aslında yüz yüze iletişimin önemi ilk olarak mal ve hizmet pazarlaması alanında fark edilmiştir. Ürünlerin ve medyadaki pazarlama stratejilerinin çeşitlenip çoğalması insanları yalnızca reklam izleyerek ürün satın almaktan uzaklaştırmıştır. Yakınlarından tavsiye almak, bireysel distribütörlerden ürünü doğrudan dinlemek ve kullanım deneyimlerine tanıklık etmek, satın alma davranışını belirleyen önemli unsurlar hâline gelir. Özellikle Türkiye gibi geleneksel yüz yüze ilişkilerin her zaman değerli olduğu toplumlarda hem mal ve hizmet hem de siyasal pazarlamada kişisel iletişimin önemli bir etken olduğu bilinmektedir.
Türkiye’de “kapı kapı dolaşma” tekniğini ilk kullanan parti 1990’lı yıllarda Refah Partisi olmuştur. Özellikle Refah Partisi’nin “hanım kolları” hanelere giderek ev kadınları ile iletişime geçmiş, onlarla diyalog zemini yakalamaya çalışmıştır. Bu dönemde Refah Parti’li kadınların büyük bir adanmışlıkla, siyasi nezaketi de elden bırakmadan her kesimden seçmene ulaşmaya çalıştığı bilinir. Özbudun’un (2006) ifadesiyle bu yıllarda “geleneksel kapı kapı canvassing’in değerini kavrayan tek parti Refah Partisi olmuştur.”
2000’li yılların başlarında “kapı kapı dolaşma” tekniğini başarılı biçimde uygulayan parti AKP’dir. Bu teknikte geniş sayıda gönüllü grubuna ve iyi örgütlenmiş teşkilatlara ihtiyaç vardır. Yüz yüze iletişime geçilecek bölgedeki halkın yapısını doğru analiz etmek ve bu kitleye iletilecek “doğru” mesajı belirlemek de çalışmayı başarıya götüren diğer unsurlardır. AKP özellikle ilk yıllarında bu çalışmayı yürütecek geniş bir gönüllü grubunu yakalayabilmiş ve daha geniş bir kitleye ulaşabilmek için bu teknikten yararlanmıştır. Bu seçimlerde gönüllü gruplarının yanı sıra AKP adaylarının da aktif biçimde sahada olduğu, sokakta esnafla ve vatandaşlarla doğrudan temas kurduğu görülmüştür. Mart 2009 seçimlerinde AKP aynı stratejiyi yoğunluklu olarak gençlik kolları üzerinden yürütmüş, AK Parti Gençlik Kolları aracılığıyla “Ak Elçiler” isimli gençlik grubunu oluşturmuştur.
Türkiye’de gönüllüler aracılığıyla yüz yüze iletişimi uzun yıllar muhafazakâr partilerin başarılı şekilde yürüttüğünü söylemek yanlış olmaz. Buna karşılık 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu’nda CHP, “ana akım medyanın kendilerine yer vermediğini” söyleyerek il ve ilçe teşkilatlarının kapı kapı canvassing yoluyla seçmene ulaşma kararı aldığını açıklamıştır. Bu süreçte ayrıca CHP’li isimler “halktan biri” imajıyla vatandaşlarla buluşup sohbet ortamları yaratmaya çalışmışlardır. Ancak elbette canvassing yalnızca medyanın arzu edilen şekilde kullanılamadığı durumlarda değil, her ikisinin birlikte planladığı bir yöntem olarak değerlendirilmektedir.
Sokağa ilk çıkan avantaj sağlıyor
Türkiye’de adayın halkla temasının, doğrudan iletişim kurmasının sandığa nasıl yansıdığını gösteren önemli örneklerden birinin de 2019 İstanbul yerel seçimleri olduğu söylenebilir. CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun ilk günden itibaren sokağa çıkması, çarşıda, pazarda, taksi duraklarında az sayıda koruma ile vatandaşla samimi diyalog kurması seçimin kaderini etkilemişti. İmamoğlu’nun rakibi Binali Yıldırım’ın seçim bölgesinde görünmemesi, kampanyasını yalnızca medya üzerinden yürütmeye çalışması partisi içinden de eleştiri almasına neden olmuştu. Yıldırım, seçime sayılı günler kala sahaya indi, fakat oldukça geç kalınmıştı.
Marland (1998) yaptığı seçmen davranışı araştırmasında “büyük bir parti tarafından kişisel ilişki kurulan seçmenlerin genelde bu partiye oy vermeye eğilimli olduğunu, kişisel ilişkinin oy verme tercihiyle ilişkili gözüktüğünü” ortaya koymuştur. Bu araştırmanın ilgi çekici bir başka sonucu, yüz yüze iletişime önce başlayan, başka bir ifade ile seçmenle doğrudan teması önce kuran partinin/adayın daha avantajlı olduğudur. Sanırım İmamoğlu ve Yıldırım arasındaki seçim -başka unsurlarla birlikte- sahaya erken çıkanın avantajlı olduğunu gösteren örneklerden biri olmuştur.
İçinde bulunduğumuz seçim sürecinde, geçmiş örneklerin aksine, iktidar kanadı seçmenle birebir iletişimi daha geri plana almış görünüyor. Muhalefetin seçim stratejisinin ise sosyal medyanın yoğun kullanımı kadar seçmenle doğrudan teması önceleyen bir strateji olduğu gözlemleniyor. Adayların seçmenle kurduğu doğrudan ve pozitif iletişim, aynı zamanda sosyal medya paylaşımları için de hikâyeler sağlıyor. Türkiye’de henüz genç seçmenin bu sıcak temastan nasıl etkilendiğini ortaya koyan bir araştırma yok. Ancak özellikle orta yaş ve üstü seçmenin, adaylar ve parti üyeleriyle kurulan birebir iletişimden etkilendiği, kendisini dinleyen, anlamaya çalışan, elini sıkabildiği adaylara eğilim gösterdiği biliniyor.
Bu seçim sürecinde seçmenle kurulan yüz yüze iletişimin sandığa nasıl yansıyacağını görmek için biraz daha beklememiz gerekecek. Ancak şurası açık ki 14 Mayıs seçimleri siyasal iletişimcilere, genç seçmenin tutumu, adayların sosyal medya kullanımı ve canvassing tekniklerini nasıl kullandıkları gibi çalışılması gereken konular bırakacak.