Avrupa Medyası’nın yedinci bölümü yayında!
Gazeteci Seda Karatabanoğlu ve Akın Art bu bölümde Avrupa’da basın etiğine dair kuralları konuşuyor.
İkili, basın etiğini denetleyici kurumları ve gazeteciler için hazırlanan etik kuralların hangi kaygılarla oluşturulduğunu ve neleri kapsadığını ele alıyor.
Transkript
Akın Art: Herkese merhaba, NewsLabTurkey desteğiyle hazırlanan Avrupa Medyası’nın yeni bölümüne hoş geldiniz. Ben Akın Art, Seda Karatabanoğlu ile bu programda sizin için Avrupa’daki basın etik kodlarını konuşup değerlendireceğiz. Öncelikle programın içeriğine dair birkaç söz söylemek gerekir. İlk olarak neden böyle bir program yapmaya ihtiyaç duyduğumuzla başlayayım. Bildiğiniz gibi Türkiye’de de zaman zaman gündem olan konulardan bir tanesi basın etiğinin hangi kurumlar tarafından düzenlenmesi gerektiği. Ombudsmanlık vesaire gibi tartışmalar zaman zaman Türkiye’de de gündeme gelebiliyor. Avrupa’ya baktığımız da bununla ilgili düzenleyici birtakım kurullar ve resmi birtakım kılavuzlar olduğunu görüyoruz. Bu programda bu kurul ve kurumların nasıl düzenlendiğini inceleyeceğiz. İkinci olarak da gazeteciler için hazırlanan bu etik yönergelerin ya da etik kılavuzların, neleri kapsadığını ve hangi kaygılarla ortaya çıktığını konuşacağız. Almanya ve Fransa’daki örnekler üzerinden Avrupa’yı ele almaya çalışacağız.
Ben Almanya’yla başlayacağım. Aslında Almanya’da etik kodu düzenleyen Presserat,
isimli bir basın Konseyi. Bu kuruluş 1953’te kurulan İngiliz Basın Konseyi’nden esinlenerek 1954’te kuruluyor. Bu kurumun görevi Alman basınının hem itibarını korumak hem de özgürlüğünü güvence altına almak. Bu ikisi bildiğiniz gibi zaman zaman birbiriyle çelişme potansiyeline de sahip olan iki hedef. Bu açıdan bu zorlu görevi tarif etmek açısından böyle bir ifade kullanmaları da dikkate değer. O yüzden cümleyi birebir mümkün olduğu kadar çevirmeye çalıştım. Bu Basın Konseyi kimlerden meydana geliyor ve nasıl bir bileşenden oluşuyor? Bir önceki programımızda aslında Almanya’daki basın örgütlerini konuşmuştuk. Sendikalar ve yayıncılar birlikleri üzerinden detaylarını merak edenler o programımızı dinleyebilir. Almanya’daki dört büyük basın kuruluşunun yöneticileri Basın Konseyi’nin ana gövdesini, yönetimini oluşturduğunu görüyoruz. Nedir bu kuruluşlar? Alman Yayıncılar ve Gazeteciler Birliği (BDZV), Alman Gazeteciler Federasyonu (DJV), Alman Gazeteciler Birliği ve Alman Sendikalar Birliği (DJU) ve kamu çalışanları sendikası Ver.di’yi ve Alman Yayıncılar Birliği (VDZ) de dahil eden bir tür bileşen diyebiliriz bu kuruluş için. Bu kurumların hepsinden yedişer üyesinin seçilmesiyle 28 kişilik bir kurul oluşuyor. Bu kurul Basın Konseyinin ana kademesini oluşturuyor. Bu kurulun içerisinde de birtakım ek kurullar var ve bu kurullar Basın Konseyi’ne gelen şikayetleri değerlendirmekle görevliler. Nedir bu şikayetler? Siz bir şahıs olarak ya da bir kurum olarak, X yayınının yaptığı bir haberin, hazırladığı bir hikayenin sizin kişilik haklarınızı zedelediğini iddia edebilirsiniz. Ya da bir topluluğun haklarını zedelediğini iddia edebilirsiniz. Ya da yapılan haberin basın etiğini başka noktalardan çiğnediği ne dair birtakım iddialarınız olabilir. Bunların tamamını bahsettiğimiz Basın Konseyi’ne iletebiliyorsunuz ve Basın Konseyi bu şikayetleri etik kod üzerinden, bunun maddeleri üzerinden değerlendirerek bir karar açıklıyor.
Hukuki olarak bağlayıcılığı olmayan bu kararlar tavsiye niteliği taşıyor. Fakat Alman Konseyi çok hegemonik bir kurum olduğu için kararları yasal olarak belki bağlayıcı olmasa da kurallara uyma konusunda ciddi bir itici gücü var. Bu şikayetler çerçevesinde Basın Konseyi belli haberlerle ilgili karar veriyor ve bu kararlar sonucunda birtakım kınama mekanizmaları işliyor. Kınama kamuya açık olarak da yapılabiliyor, başka şekilde de yapılabiliyor ve ilgili kuruluşlardan, söz konusu habere dair bir düzeltme metni yayınlanması isteniyor.
Bu konseyin nasıl finanse edildiğine de değinmek gerekiyor. Tahmin edilebileceği gibi bahsettiğim dört gazeteci meslek örgütünün ödediği bir katkı payı var. Gelirin yarısının buradan geliyor. Diğer yarısı da 1976 yılından beri federal hükümet tarafından sağlanıyor. Bunun için ayrılmış özel bir bütçe var ve bu bütçe doğrultusunda özellikle bu şikayetleri değerlendiren kurullara gitmek üzere bir ödenek sağlanıyor. Hangi basın kuruluşları veya ne tür mecralar bu kararların muhatabı oluyorlar? Özel sayfalar, kişisel sayfalar ve ücretsiz yayınlar ya da fanzin vesaire gibi yayınlar bu şikayetlerin kapsamı dışında kalıyor. Bunun yanı sıra radyo ve televizyon da bu şikayetlerin dışında kalıyor. Daha çok online ve basılı olarak yayınlanan haberler bu şikayetlerin konusu olabiliyor.
İlk defa 1973’te yazılan bu etik kod o günden bu yana elbette güncelleniyor. Bunlar stabil kurallar da değiller. Zamanla nasıl kültür dünyamızda ve ideolojiler alında birtakım değişiklikler oluyorsa, etik kod da ona göre güncellenmeye devam ediyor. Söz konusu etik kod dört ana başlığa sahip. Bu dört ana başlığı ya da dört ana kaygıyı şöyle açıklıyorlar: Birincisi, hakikate ve insan haysiyetine sadakat. İkincisi, gazetecilerin kapsamlı adil bir araştırma hakkının güvence altına alınması. Üçüncüsü, mahremiyete ve özel hayata saygının güvence altına alınması ki söz konusu basın etiğine geldiğinde bu en tartışmalı konulardan biri olabiliyor. Dördüncüsü ise şiddet ve vahşetin estetize edilmesi ve/veya sansasyonel bir şekilde sunulması. Bununla ilgili bir dizi madde var. Bunların bir kısmı çok evrensel şeyler, daha doğrusu evrensel biraz abartılı olur ama Avrupa ölçeğinde büyük ölçüde ortak özellikler taşıyor. Seda zaten bunların tarihçesini Münih deklarasyonundan başlayarak bir miktar anlatacak. O yüzden ben madde madde gitmek yerine dikkat çekici birkaç şey üzerinden gitmek taraftarıyım. Bunlardan bir tanesi, aslında Fransa’da da büyük ihtimalle böyledir ve aslında basın etiğinin emaresinin görüldüğü herhangi bir ülkede de böyle olması beklenebilir. Örneğin çocukların ve 18 yaşından küçük gençlerin geleceğinin de güvence altına alınması sebebiyle.
Seda Karatabanoğlu: Evet, burada bir araya girmek istedim. Fransa’da gazeteci adaylarına, genç gazeteciye dair de bir deklerasyon var. Yani bu kadar detaylı.
A.A.: Siz de daha detaylıymış.
S.K.: 18 yaş altında henüz öğrenci olabilir ya da herhangi bir yerde yazıp çizen kişi reşit olmasa bile onun haklarına dair de genç gazetecilere de dair de deklerasyon var bahsedeceğim bende.
A.A.: Burada genç gazetecilere dair değil de aslında birtakım kamusal olaylara karışmış çocuk veya 18 yaşından küçük gençlerin kimliklerinin deşifre edilmemesi gibi etik kanunlar var. Bunun dışında zaman zaman tartışmalı olabilecek özel hayatla ilgili, daha doğrusu tartışmaya açık yapısıyla, sınırlarının zaman zaman muğlaklaşmasından dolayı, bu ifadeyi özellikle kullanıyorum, bununla ilgili birtakım düzenlemeler var. Bunları Seda da anlatırken ben de araya girerek birtakım detayları paylaşabilirim. Fakat Almanya özelinde en dikkat çeken şeylerden bir tanesi intihar haberleriyle ilgili. İntihar haberlerinin nasıl yapılması gerektiğine dair tartışmalar zaten dünyanın her yerinde var. Avrupa’nın çoğu yerinde Türkiye’den biraz daha fazla kaygılı bir şekilde bu haberler yapılıyor ve birtakım detayların paylaşılmasından özel olarak kaçınılıyor diyelim. Almanya bildiğiniz gibi ünlü Alman yazar Goethe’nin de memleketi ve onun ünlü eseri Genç Werther’in Acıları’ndan esinlenerek üretilmiş Werther etkisi diye bir kavram var. Bu kavramı özetlemek gerekirse intiharın anlatılmasının ve detaylarının paylaşılmasının, kopya intiharlara yol açabileceği endişesiyle, bu tarz hikaye anlatımlarından kaçınılması gerektiği sonucuna varan bir yaklaşım. Basında da bunun ciddi etkilerini görüyoruz. Almanya’da özellikle görüyoruz. Almanya’daki ilgili madde intiharla ilgili haberlerin ele alınmasın da kısıtlanmaya gidilmesi gerektiğini söylüyor. Bu kısıtlamadan kasıt aslında ele alınmamalıdır gibi bir noktaya getiriyor. Basın kanununda intiharla ilgili haber fotoğrafı, kişilerin isimleri ve intiharın biçimine dair detayların paylaşılmasını kısıtlayan bir ifade var. Bir intihar olduğunda zaman zaman haber detaylıyla verilmiyor. Örneğin X kişisi hayatımı kaybetti deniyor. Ne oldu diye merak ediyorsunuz, sağlıklı olduğunu tahmin ettiğiniz genç yaşta ünlü biri. Sonradan fısıltılar şeklinde aslında onun intihar olduğunu anlayabiliyorsunuz. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama, hakikaten intiharın haberlerleştirilmesinin böyle bir sonucu ortaya çıkarması, bir tür kopya intiharlar bütünü de ortaya çıkarması da mümkün. Fakat bunun yanı sıra bazen özellikle kimi politik olaylarda veya şaibeli olaylarda birtakım detaylar haber değeri taşıyabileceği için o olayın niteliğine dair, gerçekten intihar olup olmadığına dair bilgilere ihtiyaç duyulabilir. Bu yüzden bu ifade aslında bir miktar sert sayılabilir.
Kimi zaman Türkiye’deki birtakım tartışmalar yapılırken, bu kuralı kopyala yapıştır bir şekilde Türkiye bağlamına da aktarmaya çalışan meslektaşlarımız olabiliyor. Zaman zaman haklı olarak bunu yapıyorlar. Fakat bazen bu mesele tam olarak Türkiye bağlamına oturmayabiliyor. Ben intihar haberleri meselesini ben şimdilik açmış olayım. Sonra sözü sana vereyim istiyorsan, senin üzerinden gittiğin maddelere ben de ek yapmaya çalışayım.
S.K.: Devamı niteliğinde intiharla ilgili bir şey söylemek isterim. Evet, yani çok fazla detay verilmemeli, çünkü tetikleyebilir ki çok da güzel bir örnek verdin, bir kitabın etkileri üzerinden anlattın. Ancak ben de intihar haberleri Fransa’da nasıl veriliyor, nasıl verilmeliye dair bir araştırma yaparken şöyle bir maddeye rastladım, basit bir açıklama yapmayın deniliyor. Çünkü intihar çok faktörlü bir sorun. Bireysel ve çevresel faktörler çok etkili. Ruhsal bir sorun olabilir, kötü madde kullanımı, kişisel bir çatışma olabilir. Çok karmaşık bir durum ve bu yüzden tek bir nedeni işaret ederseniz, aynı sorunu yaşayan insanlar üzerinde etki yaratabilirsiniz. Yani evet, çok fazla detay verip bunu teşvik etmemek, özendirmememek gerekli ama çok basit bir açıklama yapmak yerine, örneğin ekonomik nedenler dediğimizde, ekonomik nedenler dünyadaki insanların çok büyük bir yüzdesini kapsayan bir sorun ve diğer insanları da teşvik etmiş olursunuz gibi bir maddeye rastlamıştım.
Başa döneyim tekrar. Şimdi dünya genelinde yaklaşık yüz tane senin de bahsettiğin gibi Gazetecilik Konseyi, Etik Konseyi, Basın Konseyi gibi isimler altında yer alan kurum var. En eski basın konsey 1916 İsveç’te kuruluyor ve Avrupa Birliği’ndeki 27 ülkenin 18’inde Basın Konseyi var. Belçika’da iki tane var bu arada. Fransa’da Gazetecilik Etiği ve Arabuluculuk Konseyi adlı bir kurum var. Bu kurum oldukça yeni, aslında 2019 yılında kuruluyor. Kamuoyunun medyaya duyduğu güvensizlik, güven krizine verilen tepkiye ve bilgilerin manipüle edilmesine karşı kuruluyor. Aslında burada medyanın dijitalleşmesinin de çok büyük bir etkisi var. Senin de bahsettiğin gibi etik kodlar, gazetecilik etiği vesaire, bunlar hepimizin uyması gereken bir standartlar bütünü. Gerçeklik, titizlik, doğruluk, vicdan, adalet, hesap verilebilirlik gibi tanımlar ülkeden ülkeye değişebiliyor ne yazık ki. Ancak bunları bir arada tutan bir metine ihtiyaç duyuluyor. İlk olarak, yani Avrupa’da öne çıkan, birazdan değineceğim Münih Bildirgesi var, 1971 yılında Avrupa Birliği’nin temelini oluşturan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun 6 üyesi bunu hayata geçiriyor.
İlk önce Fransa’dan başlamak istiyorum. Etik kodlar Fransa’da iki hat üzerinden ilerliyor. Birincisi ülke içinde doğan ulusal metinler, diğeri Avrupa Birliği içindeki metinler, en önemlisi Münih Bildirgesi. Dediğim gibi Fransa’da birden fazla metin ama ilk olarak 1918’de Ulusal Gazeteciler Sendikası tarafından kabul edilen bir metin var. Bu metin 1938’de revize ediliyor. En son 2011 yılında bir güncelleme yapılıyor ve bu güncelleme ile gazetecilerin bilgi kaynaklarının korunmasına dair de bir adım atılmış oluyor.
Şimdi tekrar bıraktığım yere dönecek olursam 2011 yılında bir güncelleme yapıldığını söyledim. Fransa’daki temel ulusal metinde, gazetecileri kaynaklarının korunmasına dair bir adım atılıyor dedim. Zaten gazetecilerin haber kaynaklarını koruması, bilgi kaynaklarını koruması, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesinde de yer alan bir ilke. Fransa’daki Ulusal Gazeteciler Sendikası’nın metninden kısa kısa bahsedeyim biraz. Gazeteci, isimsiz de olsa yazdığı yazılarının tüm sorumluluğunu almak zorunda. İftira, delilsiz suçlamalar, belgelerle oynama, yanlış beyanda bulunmak gibi davranışlar. Mesleğe dair en ciddi suistimaller olarak tanımlanıyor. Mesleki ahlak konusunda egemen kurumların yetkisi tanınıyor. Yani sendika ve birliklerden egemen kurum olarak bahsediliyor. Yalnızca mesleki saygınlık ile uyumlu görevler kabul edilebilir deniyor ve çıkar çatışmasına asla izin verilmiyor. Buradaki çıkar çatışması genellikle maddi oluyor ya da siyasi işlerden elde edilen manevi çıkarlar da olabiliyor. Gazeteci kendi adıyla ticari ya da finansal bir reklam metni yayınlamıyor, burada ismini kullanamıyor. Tabi ki herhangi bir intihal yapamıyor. Meslektaşına ait kullandığı herhangi bir metini mutlaka alıntı olarak belirtmek zorunda. Burası bence çok ilginç. İş arkadaşının pozisyonu istemiyor. Aktif olarak çalışan bir kişinin yerine iş teklifinde bulunamıyor ve onun işini riske atamıyor. Yani ayağını kaydırmamasına dair metne girmiş bir madde var. Mesleki bilgilerini saklamakla yükümlü, gizlilikle yükümlü. Basın özgürlüğünü bireysel çıkarına, avantajına kullanamıyor. Bilgilerin dürüstçe yayınlanmasından sorumlu ve ifade ve bilgi özgürlüğünü talep etmek zorunda. Bu bir zorunluluk. Vicdanı ve adalet kaygısı birincil kural olarak kabul ediliyor. Ve bence burası da önemli, kendi rolünü, yani basının kamu yararı rolünü polis ya da herhangi bir kolluk kuvvetiyle kıyaslayamaz, karıştıramaz ve yargılayıcı bir role bürünemez.
Bu maddeler genel olarak tüm gazetecileri bağlayan maddeler. Bir de 2016 yılında benim gibi serbest çalışan gazeteciler için bir deklerasyon yayınlanıyor. Avrupa Gazeteciler Federasyonu himayesinde yayınlanan bu deklarasyon freelancerların çalışma koşullarını iyileştirilmesine yönelik bir metin. Ancak yine de kısaca bahsedecek olursam, bu metnin ön sözünde serbest çalışanların medya sektöründeki en savunmasız çalışanlar olduğu ve serbest gazeteciler için daha iyi yasal koruma sağlamak adına bu yönetmeliğin hayata geçirildiği yazıyor. İlk maddede her serbest çalışanın sendikaya üye olma, birliklere katılabilme ve çalıştığı kurumlarda diğer gazetecilerin iyi şartlarda çalışabilmesi adına toplu sözleşmeye dair fikir belirtme ve bunu teşvik etme hakkına sahip olduğu belirtiliyor. Yani maaşlı bir kurumda maaşlı çalışmasa bile toplu sözleşmeye dair bir fikrinin olması ve bunu iletebilecek olması bence güzel bir adım. Sen de bir önceki bölümümüzde bundan bahsetmiştin, iş yeri sendika temsilcisinin seçilmesinde serbest çalışanların da oy verebildiğine dair. Bence bunlar güzel gelişmeler.
A.A.: Bir şey soracağım bu arada araya giriyorum ama şimdi belki bahsedeceksindir, erken sözünü kesmiş oluyorum bilmiyorum ama görebildiğim kadarıyla senin aktardığın etik kod gerçekten etik kod. Benim aktardığım bu arada aslında Presse Code gibi bir şey ama gazeteciler için etik kılavuz diye sunuluyor. Şunu merak ettim, örneğin işte şu durumlarda kurbanın adının paylaşılmaması gerekir, intihar haberlerinde şunun olmaması gerekir, 18 yaşının altındaki kişilerle röportaj yapılırken mutlaka şöyle bir rıza alınması gerekir gibi spesifik birtakım düzenlemeleri ödev olarak da gazetecilerin önüne koyuyorlar mı yoksa daha çok böyle etik bir çerçeve mi çiziyorlar.
S.K.: Etik bir çerçeve çizmek üzerinden gidiyor.
A.K.: Bu ilginç çünkü normalde Fransa’nın bu konuda daha katı olmasını bekleyebiliriz ama burada daha çok Almanların ödev verdiğini, Fransızların da sadece birtakım etik köşe taşlarını aslında belirginleştirdiğini görüyoruz o zaman.
S.K.: Kesinlikle. Şöyle aslında gazetecilerin bilgileri saklama, kaynaklarını paylaşmama 2011 yılında yapılan bir güncellemeyle geliyor bu bahsettiğim ana metne. Ancak zaten o hak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de var, basın özgürlüğü. Onun dışın senin bahsettiğin 18 yaş altı kişilerle röportaj yaparken onun verilerini saklama zaten Birleşmiş Milletler’nin çocuk hakları bildirgesinde var. Zaten temel uluslararası sözleşmelerle de paralel olduğu için açıkçası şiddet, intihar, çocuk istismarı ya da reşit olmayan çocuklarla ilgili spesifik bir araştırma yaptığında da asıl hepimizin bildiği temel şeyler çıkıyor. Senin bahsettiğin Almanya’da olduğu gibi spesifik metinler yok.
A.A.: Evet, belki bir fark olarak altı çizilebilir. O yüzden özellikle sormak istedim. Sen devam et sözünü kestim.
S.K.: Çok iyi yaptın, çünkü ben de araştırdım bunu. Sen çok spesifik bahsediyorsun, ben biraz da genel bahsedeceğim, konuşmuş olmamız iyi oldu. Tekrar serbest çalışanlar deklarasyonu dönüyorum. Bu arada deklarasyon, şartname, yönerge gibi çok farklı kelimeler kullanıyorum bu metinlere dair hepsi aynı kapıya çıkıyor, onu da belirtmiş olayım.
A.K.: Böyle bir çeviri sorunumuz oluyor zaman zaman mecburen.
S.K.: Şimdi her serbest çalışanın, maaşlı çalışanla aynı mesleki haklara sahip oldu belirtiliyor. Bilgi arama, kaynak araştırma, etik standartlara uyma ve buna bağlı kalma konusunda maaşlı çalışanla aynı. Yani ben bu kurumda kadrolu değilim, beni çok bağlamaz diyemiyorlar, iyi ki böyle. Freelance çalışan, yazılı bir sözleşme hakkına sahip ve bu olmak zorunda aslında. Bu da yine freelance çalışanın hakkını koruyan bir madde. Onun dışında sosyal güvenlik haklarından bir maaşlı çalışan gibi yararlanabiliyor; hastalık tazminatı, hastalık izni, emeklilik primi, işsizlik yardım gibi. Bence burası da yine kritik, serbest çalışanlar ucuz iş gücü olarak kurum tarafından kullanılmamalı, kullanılamıyor. Maaşlı personelin konumunu zayıflatamaz diye bir madde var. Serbest çalışan tehlikeli bir göreve gönderildiğinde maaşlı çalışanla aynı eğitimi, aynı sigortayı, aynı güvenlik eğitimini, aynı haklara sahip olduğu belirtiliyor.
Az önce de bahsetmiştim. 2002 yılında da genç gazeteciler için, yani üniversitede olan, henüz sektöre atılmamış ya da dergilerde yazıp çizen ya da internet sitelerinde yazan gazeteci adayları için yayınlanan bir deklarasyon var. Bu deklarasyonu göre genç gazeteciler, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğüne sahip. Senin bahsettiğin spesifik bir nokta burada ortaya çıkıyor. İmzalı ya da imzasız tüm yazılarının sorumluluklarını almak zorundalar ve bu da diğer ifade biçimleri diye de bir madde var. Bu karikatür olabilir, başka bir şey olabilir. Yayınları hakkında her türlü tartışmaya açık olmalılar ve eğer bir yanlış bilgi varsa bunu doğruyla düzeltmekle yükümlüler. Onun dışında sansür, her türlü maddi manevi baskı, özellikle okullarda ifade özgürlüğüne yönelik baskılar ve saldırılar asla kabul edilemez deniyor.
Şimdi Uluslararası Gazeteciler Federasyonu ve Uluslararası Gazeteciler Örgütü’nün Avrupalı gazeteciler için yayınladığı Münih Şartnamesini anlatacağım biraz, programın başından beri sürekli adını anıyoruz. 1971’de imzalanan bir metin ve bilgi edinme, ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkının, her insanın temel özelliklerinden biri olduğunu kabul ediyor. 1971 yılında dediğim gibi Avrupa Ekonomik Topluluğu, o zaman Avrupa Birliği henüz bu ismi almamıştı, altı ülke tarafından hayata geçiriliyor ve gazetecilerin tüm görevleri, hakları bu metinde belirleniyor. Yani aslında on görev ve beş hak sıralanıyor. Onlardan kısaca bahsedecek olursam, gazeteci sonuçları ne olursa olsun gerçeği savunmak ve bunu halka taşımak. Bilgi, yorum ve eleştiri özgürlüğünü savunmak zorunda. Yalnızca kaynağı bilinen haberleri yayınlayabilir. Burada gerekli durumlarda istisna olabilir deniyor, kaynağın hayati tehlikesi varsa ya da deşifre olmak onu ciddi anlamda zor durumda bırakacaksa olabilir, ancak anonim olmak istisnai bir durum. Önemli bilgileri silmek, metinleri değiştirmemek yine çok kritik ve yasak olan bir şey. Bilgi, fotoğraf ya da belge elde etmek için haksız yöntemler kullanmamak, insan mahremiyetine saygı duymak, yanlış olduğu kanıtlanan yayınlanmış bilgileri düzeltmekle yükümlüler. Bu ardı ardına saydığım üç madde, son yıllarda bizim Türkiye’de, tersini sıklıkla gördüğümüz maddeler. Böyle denk gelmesi de bence anlamlı oldu Türkiye’ye dair. Mesleki gizliliği korumak ve kaynaklarını saklamak, yine intihal, iftira, mesnetsiz suçlama gibi bilgilerin gazeteciler tarafından yayınlamaması gerekli. Reklam ve dolaylı biçimde pazarlama tanıtım içeriklerini kabul etmemeleri gerekiyor. Yalnızca editörlerinin yönlendirmelerini kabul etmek ve diğer tüm baskıları reddetmekle yükümlüler.
Diğer beş hak ise daha çok gazetecilere hareket alanı sağlayan haklar. Tüm bilgi kaynaklarına ücretsiz erişim, kamusal yaşamda özgürce araştırma yapma hakkına sahipler. İş sözleşmesinde yazıldığı gibi iş birliği yaptığının yani anlaştığım medya kurumunun temel çizgisine aykırı olabilecek her türlü durumu reddetmekle yükümlüler. Yani böyle bir hakları var. Kanaatlerine ve vicdanlarına aykırı olan durumların içinde bulunmama hakları var ve bu durum, bu konularla ilgili görüş bildirmeye zorlanamazlar. Yazı işleri ekibi, şirketin gidişatının etkileneceği her türlü konudan haberdar edilmek zorunda. Çoğu kurumlarda editör ve yönetim birimleri farklı oluyor. Ne yazık ki gazeteciler yönetici konumlarında yer alamıyor. Bu yüzden alınan her türlü yönetimsel kararın yazı işlerine bildirilmesi gerekiyor. Bunlar gazetecilerin işe alınması, işten çıkarılması, transferi, terfileri gibi durumlar olabilir. Bunlardan mutlaka yazı işleri kadrosu haberdar edilmek zorunda.
Böyle, aslında bu bahsettiğim Fransa’ya dair iki ana metinin bir tanesi Ulusal Gazeteciler Sendikası’nın yayınladığı metin, diğeri ise Münih Deklarasyonu bütün Avrupa için geçerli. Bunların dışında Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun gazetecilerin davranış ilkeleri bildirisi var. Yine Fransa özelinde, banliyölerde medya için iyi davranışa dair bir bildirge var. Yılın tam hatırlamıyorum. 2010’lu yıllarda yayınlanmıştı. Yine güncel olan 2019 yılında Tunus’ta kabul edilen Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun gazetecileri için Küresel Etik Sözleşmesi var. Neredeyse tüm ülkelerdeki basın kuruluşlarının, özellikle uluslararası basın kuruluşlarının yönergeleri var. Örneğin geçen gün yazdığım bir haberde AFP’nin yönergesine okumuştum. Oldukça detaylıydı. Az önce bahsettiğimiz temel ilkelerin dışında aklımda kalanlar şöyle; parasal işlerden kesinlikle uzak durmak, pahalı hediye kabul etmemek, pahalı seyahat kabul etmemek. Eğer o pahalı seyahate katılmak gerçekten haber için önemliyse, basın kurumu seyahat giderlerine katılmayı teklif etmesi.
A.K.: Bu pahalı seyahatte alt ya da üst sınır belirtmişler mi?
S.K.: Hayır rakam bildirilmemiş. Ama basın kurumu bunu mutlaka önerir deniyor. Gazete bu seyahatlerde ya da basın gezilerinde kesinlikle baskı altında kalmamalı. Basın yemekleri ve basın kahvaltıları vesaire. Bunlar olur, bu normaldir ama maddi ayarı olmalı gibi hani. Hermès’de kahvaltıya da götürülmez gazeteci gibi.
A.K.: Tabii ki, tabii ki. Yeterince net aslında da ne kadar spesifik olduğunu merak ettim.
S.K.: Yok, rakam bildirmemişler ben de ona baktım. Onun dışında AFP’nin bir önergesinde bir örnek verilerek anlatılan bir durum var. Charlie Hebdo baskınında aslında bir karikatüristti sanırım, yine böyle yazı çizi işlerle uğraşan biri. Evinin penceresinden çektiği bir video bütün dünyaya yayılmıştı. O video üzerinden örnek veriliyor ve diyor ki; gazeteci her an, her yerde olamaz. Özellikle sosyal medyada yayılan videoları kullanabiliriz, bu haber için gereklidir, ama onları kullanırken dikkat etmeniz gereken şeyler şunlar; bu videoyu nasıl doğruyalabiliriz, videoyu çekene ulaşabiliyor muyuz, konumu tespit edebiliyor muyuz vs. Aslında biraz fact checking yapmaya itiyor gazetecileri.
Şimdi bunlar genel temel ilkeler. Senin de sorduğun gibi spesifik şeyler yok. Ama geçen şöyle bir örnekle karşılaştım. Yaşadığım şehirde bir çatışma haberi, yerel bir web sitesinde yer alıyordu. Haberin kurucu unsurlarına dair her şey vardı, olayın anlatıldığı bir haberdi ve metinde şöyle bir ifade geçiyordu, “Şiddet videosu olduğu için biz bunu yayınlamama kararı aldık” deniyordu. Haber görseli olarak da yine olay yerinden, ancak çatışma görseli olmayan bir görsel kullanmışlardır. Tabii ki burada gazeteciliğe ve gazeteciliğin kamu yararına dair çok fazla tartışma var. O şiddet videosu gerçekten gerekli mi, hayır değil. Ben o olayın sonlandığını, nerede olduğunu ya da kaç kişinin gözaltına alındığını biliyorum ve videoyu görmesem de olur (okuyucu olarak).
On yıllar önce yazmış metinlerden bahsediyoruz. Bir şiddete dair, istismar dair, kadın cinayetlerine dair, Türkiye’de şu an korkunç bir halde, kısa bir süre önce ard arda intiharlar yaşandı. Bu olgulara dair satır satır, çok detaylı metinler olmayabilir günümüzde ama temel ilkeler dışında kalanlar için akıl yürütmek gerekli. İntihara dair de aslında birkaç şey söyleyecektim ama sen pek çok şey söyledin, 30 dakikayı da doldurduk.
A.K.: Doldurduk.
S.K.: Söyleyeceklerim bu kadar. Senin eklemek size bir şey var mı?
A.K.: Ben bir tek şeyi soracağım. Son olarak bu bahsettim. Almanya’daki şikayet mekanizmasına, birilerinin uzman görüşü belirtmesi mekanizmasına benzer bir mekanizma var mı Fransa’da da? Yani Basın Konseyi X kişisinin yaptığı şu haber basın etiğine uymamaktadır diye bir açıklama yapabiliyor mu?
S.K.: Basın kurumlarının da bağlı bulunduğu birlikler var. Bahsettiğim AFP de öyle. AFP’nin kuruluşuna ve işlemesine dair bir kanun var örneğin. Bunlar zaten hukuki olarak da işletilebilen süreçler. Onun dışında bu 2019’da kurulan Gazetecilik Etiği ve Arabuluculuk konseyine şikâyette bulunabilirsiniz. Onun dışında bireysel olarak gazeteciler için sendikalara şikâyette bulunabilirsiniz, çünkü oralarda da kurular var disiplin kuruları işliyor aslında.
A.K.: Yasal bağlayıcılığı yok herhalde değil mi?
S.K.: Yok, yok yasal bağlayıcılığı yok ama mesleki bağlayıcılığı var.
A.K.: Aynı şekilde o zaman, onu merak etmiştim.
S.K.: Yasal bağlayıcılığı şöyle oluyor. Haber iftira vs. olduğunda zaten dava açma hakkınız var ama onun dışında kastettiğin anlamda bir yasal bağlayıcılığı yok.
A.K.: O konseyin verdiği karar anlamında sormuştum.
S.K.: Yok, hayır, mesleki olarak bağlayıcılığı var.
A.K.: Benim eklemek istediğim bir nokta yok. Senin de bahsettiğin gibi birtakım etik kodlar elbette olmak zorunda, evrensel birtakım değerler var, basının da evrensel birtakım değerleri var ve bunları takip etmek lazım. Fakat, bunların her zaman istisnaları olabiliyor. Etik bir şeyi aşmaktan üstünden geçmekten bahsetmiyorum fakat çok spesifikleştirdiğimizde, Almanya örneğinde bunu çok fazla görüyoruz, kamu çıkarıyla bazen çatışabilir. O yüzden aslında bu işlerin bir kılavuzunun olması güzel bir şey fakat bir anayasasını oluşturamıyoruz aslında bunu söylemiş olayım.
S.K.: Kapatmadan şöyle bir örnek verebilirim. Benim çalıştığım uluslararası bir ajansta bazen bir kelimeyi kullanırken bile onun üzerine yarım saat kafa patlattığımız oluyordu, çünkü o kelimenin henüz bizim bilmediğimiz bir anlamı olabilir, bir topluluğu ya da bir grubu hedef alabilir. Buna dair güncel tartışmaları takip ediyor olmak, temel ilkelerin dışında da mesleki anlamda gerekli diye düşünüyorum.
Belki birkaç cümle ile Türkiye’de bahsetmek gerekir. Basın Konseyi’nin maddeleri var, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) maddeleri var ve TGC disiplin kurullarını bildiğim kadarıyla işletiyor. Yine mesleki bağlayıcılığı var, hukuki herhangi bir bağlayıcılığı yok. Türkiye’ye dair de böyle durum.
A.K.: Almanya özelinde, buradaki kararların basın üzerinde ciddi bir etkisi olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Yasalar bu sebeple hegomonik hale geliyor. Fransa’da da benzer durum söz konusu. Türkiye’de herhalde benzer bir durumdan bahsetmek mümkün değil, bu yönde çabalar olsa da. Türkiye’nin basın konusunda etik kılavuzu budur diyebileceğimiz, genel kabul gören, çiğnendiği takdir de senin yaptığın şu yüzden yanlış diyebileceğimiz bir metin yok. Varsa bile hegomonik hâlâ gelmemiş durumda.
S.K.: Bence Türkiye’de basın meslek kurumların işlemiyor olmasının en büyük nedeni medyanın sahiplik yapısı. Muharrem Sarıkaya diye bir isim, bir gazeteciyi teknik kontrol yaparken ittirdi, TGC’ye üye olduğu için TGC inceliyoruz dedi kurumlarını işletti ancak bir, bir buçuk ay sonra o ismi yine ekranlarda gördük. Tamamıyla medyanın sahiplik durumuyla ilgili.
A.A.: Evet, evet medyanın sahiplik durumu. Bununla bağlantılı olarak da basın kurumlarının aslında ne kadar kuvvetli olabildiği ne kadar kendilerine alan bulabildiğiyle alakalı. Çünkü bu kodların, bu kılavuzların arkasında ancak kurumlar durabildiğinde ve bunu ısrarla tekrarladığında bu kılavuzlar geçerli olabilir. Benim ekleyeceğim başka bir şey yok senin var mı?
S.K.: Benim de yok bir sonraki programda görüşmek üzere. Program öneriniz, talebiniz, istediğiniz olursa bize dunyapodcast@gmail.com ve sosyal medyada Dünya Podcast olarak ulaşabilirsiniz.
A.A.: Hoşça kalın.
S.K.: Hoşça kalın.