Gece saat 01:30 civarı art arda gelen patlama seslerine ilk tepkim “havai fişek, burada da mı?” oldu. Sonra uykuya daldım. Dünyanın “en zengin, en demokrat, en medeni” ülkelerinden birinin başkenti, Oslo’daydım. Burada havai fişek olamazdı. Ertesi sabah LGBTQ müdavimleri ile bilinen London Pub saldırısını öğrendiğimde sabaha karşı duyduğum patlamaların aslında silah sesleri olduğu anladım. Bu mevsimde havanın hiç kararmadığı Oslo, ben dönüş yolundayken başlaması gereken Oslo Onur Yürüyüşünü iptal etmiş, arkada iki ölü 21 yaralı bırakan saldırıya anlam vermeye çalışıyordu.
Bu yazıya böyle başlamak aklıma bile gelmezdi. Niyetim, Global Fact 9 (GF9) konferansından izlenimler yazmak, medya aleminin geleceği ile ilgili birkaç öngörüde bulunmak ve medya gerçekliği ile ilgili aklımca kavramsal sayılabilecek bazı düşünceler paylaşmaktı. Şimdiden “aşırı İslamcı terörizm” başlığı ile tanımlanan saldırı, aynı gün katıldığım resepsiyonda Oslo Belediye Başkanı Marianne Borgen’in gururla anlattığı, akla gelebilecek tüm farklılıkları kucaklayan Oslo kenti hayaline indirilmiş bir darbe olarak görülebilir. Öte yandan bu korkunç olay, farklılıkların bir arada yaşaması ideali ile tanımlanan demokrasinin yumuşak karnı olarak da görülebilir. GF9’da, tamamen farklı bir bağlamda da olsa, bu konu gündemdeydi.
GF9, International Fact Checking Network’ün (IFCN) iki yıl aradan sonra yüz yüze gerçekleştirdiği bir etkinlik. Amaç, dünyanın dört bir yanından “teyitçileri” (factchecker) bir araya getirmek ve 69 ülkeden, 1000’den fazlası uzaktan olmak üzere, 1500’ü aşkın teyitçinin deneyim ve bilgilerini birbirlerine aktarması. Daha derinlerde ve kuşkusuz büyük bir güçle hissedilen amaç ise “gerçek doğrulama” işinin çağdaş medya ekosisteminin ayrılmaz ve vazgeçilmez unsuru olduğunu tüm dünyaya göstermek. Evet, teyitçilik bugün bile o kadar güçlü ki, konferansın ana sponsorları Meta, TikTok, YouTube gibi şirketler, konferansın ana mekânı olan Oslo Metropolitan Üniversitesi salonlarında kendilerine yöneltilen acımasız sorular karşısında ter döktü. Brezilya, Gürcistan, Suriye, İspanya ve diğer pek çok ülke teyitçileri toplantı salonlarından çıkıp henüz adı koyulmamış bir zaferin alçak gönüllü muzafferleri olarak kahvelerini yudumladılar ve yeni stratejilerini konuştular.
Olup bitene “zafer” adını vermem aşırı bulunabilir. Ancak Meta ekibi sahnedeyken, “biliyor musunuz, burada olmak zorunda hissetmeniz bile bir devrim” diyen katılımcı sanırım bu ifadeyi haklı kılıyor. Gerçekten de, Poynter Enstitüsü/IFCN yanlış bilgi ile mücadelelerinin ancak son birkaç yılında Meta ya da YouTube gibi büyük grupların aktif desteğini almakla kalmıyor, paydaş kimliği ile bu gruplarla masaya oturuyor.
Gözlemi gözlemlemek
Hakikat-sonrası (post-truth) dönem ve teyitçilik kavramları ilginç bir kronolojiye sahip. Poynter Enstitüsü bünyesinde PolitiFact.com’un kuruluşunu milat alırsak bugün bildiğimiz anlamıyla teyitçiliğin 15 yıllık bir geçmişi var. Yaygın kullanımı 2016 Amerikan başkanlık seçimlerine rastlayan “hakikat-sonrası dönem” kavramının varlığını hissettirmeye başlaması yaklaşık 20 yıllık bir tarihe işaret ediyor. Demek ki içinde bulunduğumuz dönemde basın emekçileri ve akademisyenler kadar sıradan insanların yeni medya gerçekliği ile ciddi problemleri var. Hakikat arzusunun gerilerde kalması, önemini giderek yitiren kitle iletişimi çağında insanların gerçeklikle bir problemi olmadığı anlamına gelmiyor elbette. Tam tersine, 19. Yüzyıl’ın ilk yarısından itibaren kitle medyası otantik/otantik olmayan karşıtlığı ile tanımlanmıştır. Alman sosyolog Niklas Luhmann, bu durumu gerçeğin ikili karakteri (doubling of reality) kavramı ile anlatır ve kitle medyası çağının temel özelliğinin “müphemlik” (ambivalence) olduğunu söyler. Bunun nedeni, medya profesyonellerinin gözlemlediği gerçeği habere dönüştürmeleri, haberin ulaştığı kitlenin ise, gerçeğin (olayın) kendisini değil, bu gözlemi gözlemlemeleridir.*
Sosyal medyanın başat enformasyon üreticisi olduğu dijital medya çağında bu yapıda önemli bir değişiklik oldu. Artık enformasyonu tüketen kitle ile üreten kitle aynı. Yani, Luhmann’ın sözünü ettiği ikinci düzey gözlem devre dışı kaldı ve medya kaynaklı enformasyon sanki gerçekliğin doğrudan gözlemlendiği hali ile toplumda yayılıyor. “Sanki” diyorum çünkü aslında dünyada olup bitenin doğrudan, aracısız, saf haliyle gözlemlenmesi sosyal medya içerik üreticileri için de söz konusu olamaz. Bu derin tartışmaya girmeden kısaca şunu belirteyim: Gerçeği doğrudan gözlemlemek mümkün olmasa da bugün dünyada yaygın inanç bunun yapılabildiğidir. Hal böyle olunca, bugün Luhmann tarafından vurgulanan müphemliğe sanki yokmuş muamelesi yapılmakta. Bu ciddi bir sorun. Günümüzde enformasyonun hakikat değeri, değil müphemlikten uzaklaşmak, büsbütün yerle bir olmuştur.
Yeni bir gerçeklik
Sosyal medya yeni bir gerçeklik inşa ediyor. Bu yeni gerçekliğin en önemli özelliği içerik üreticisi bireylerin birbirleriyle ve dünyada olup bitenle doğrudan etkileşime girerek dolayımsız iletişim yanılsaması yaratmaları. Bireylerin kendi içeriklerini dolaşıma sunmaları olgusal olan ile olmayan arasındaki ayrımın kurumsal denetlenmesini imkânsız kılıyor. Kitle medyası çağında bu denetim kısmen de olsa mümkündü. Bugün o kadar çok kanaldan o kadar çok enformasyon akışı var ki, kendimizi her kafadan ayrı sesin çıktığı kalabalık ve kaotik bir ortamdaymışız gibi hissediyoruz. Teyitçilik işte bu ortamda, tam da bu kaosun içinde doğdu. Bu anlamda gerçek doğrulama işinin yanlış bilgi, manipülasyon ve dezenformasyon ile sembiyotik bir ilişkisi var. Bir başka ifadeyle, yanlış enformasyonu “yakalama” işinin bir meslek haline gelmesi için yanlış bilginin yaygınlaşması gerekli. Böyle baktığımız zaman teyitçilik için ucu bucağı olmayan bir alan açıldı diyebiliriz. GF9’da bir katılımcının ifadesi ile, teyitçilik kelimenin tam anlamıyla samanlıkta iğne aramaya benziyor. Medya alemi bu kadar kaotikse bu yeni meslek bize nasıl bir umut sunabilir?
Teyitçilik bize nasıl bir umut sunabilir?
Demokratik toplumlarda doğru bilgiye büyük bir ihtiyaç var. Yeni medya sisteminde içerik üretim işinin “tabana yayılması” toplumu kendi ile karşı karşıya bıraktı. Oysa içerik üreticilerinin (ve tüketicilerinin) farkında olmasalar da gizli muhatapları Meta ya da YouTube gibi dijital devler. Şimdiye kadar bu büyük şirketler “biz olanak tanıyoruz, insanlar ifade özgürlüklerini kullanıyorlar” havasındaydılar. Oysa kazançlarını sağladıkları bu iletişim sistemine önemli bir borçları var: Aracılık ettikleri enformasyonun kontrolü. Teyitçilik böyle bir medya ekosistemi içinde ağırlıklı olarak sivil ve bireysel bir doğrulama misyonu ile ortaya çıktı. Öngörülebilir gelecekte bu misyonun güçlenerek ve daha da değer kazanarak ilerleyeceğini söyleyebiliriz. Teyitçiliği bu bağlamda doğru konumlandırmamız gerekiyor. Teyitçilik samanlıktaki iğneleri tek tek bularak değil, yeni medya gerçekliğinin inşasına katkı yaparak bu misyonu sürdürmelidir. Politik anlamda teyitçi kurumlara düşen, kendi varlık alanlarını iyi tanımlamak ve sürekli genişleterek yol almak olsa gerek. Dijital devlerin inişli çıkışlı da olsa devletlerle kurdukları bir tür “al gülüm ver gülüm” ilişkisi, doğrulama denetimi için asla yeterli değil. İşte bu noktada teyitçilik yeni medya ekosisteminde güçlü ve kalıcı bir yer edinerek gerçekliğin kuruluşunda yeni bir aktör olarak yerini alabilir.
Demokrasinin yumuşak karnı
GF9 bende böyle düşünceler bırakarak geride kaldı. Demokratik bir toplumda yaşayan, yaşamak isteyen bireyler olarak yalnızca dolaşıma giren bilgileri üretmek değil, aynı zamanda bu bilgileri doğrulamak gibi bir görevimiz de olduğunu düşünüyorum. Bunu yapmanın örgütlü yolu teyitçilik kavramı ile belirdi. GF9’da tartışılan konulardan biri de bu kavram etrafında ve sivil alanda örgütlenen toplulukların doğrulama verilerinin nasıl yönetileceğine dairdi. Bu örgütlerin veri tabanlarını, kendisine “teyitçi” diyen ancak ekonomik ya da politik çıkar gruplarının, trollerin, hatta devletlerin ürettiği verilere karşı nasıl koruyacağız?
Yazının başlarında sözünü ettiğim ve Oslo London Pub saldırısının çok acı bir şekilde gösterdiği “demokrasinin yumuşak karnı” meselesi burada da belirmiyor mu? Demokrasi yanlıları kapsayıcılık adına kapılarını herkese açmak durumunda. İçeri kimin gireceği, girmemesi gereken kötü niyetlinin nasıl engelleneceği başlı başına bir problem. Sanırım bu sihirli bir formülle çözülecek bir problem de değil. Demokrasi mücadelesi nasıl sonsuz bir süreç, sürekli yükseltilmesi gereken bir ideal ise, bilgi doğrulama bu süreç ve ideal gibi düşünülmesi gereken yepyeni bir güç alanı. Umarım bu alanın genişlediğini ve güçlendiğini görürüz.