Her şeyin dijitalleşmesiyle birlikte şirketler, medya kurumları, sanatçılar, bilim insanları vs. iş modellerini dijital çağa uydurmaya çalıştılar. Basılı yayımlanan gazete ve dergiler birer birer internet ortamında yayın yapmaya başladı. Süpermarket zincirleri online sipariş modeline yatırım yaptı. Müzik klipleri YouTube’da, filmler Netflix’te yayınlanmaya başladı. Telefonla dürüm siparişinin yerini Yemek Sepeti, bilet gişelerinin yerini Biletix aldı. Evde el işi yapıp pazarda tezgâh açanlar bile tezgâhlarını Instagram ya da Etsy’de açıyor artık. İnternet dünyası, insanlara, görece daha demokratik bir zemin sunduğu için, eskiden bir gazete veya dergide yazmadığı sürece güncele dair yazdıkları okunmayan kişiler bugün Twitter gibi platformlarda görüşlerini geniş kitlelere aktarabiliyorlar.
Elbette her teknoloji yeni çelişkileri beraberinde getirir. İnternet dünyasındaki en temel çelişkilerden biri ise şudur: İnternet sayesinde içerik üretimi ve dağıtımının maliyetleri (bazı durumlarda sıfıra kadar) düştü. Toplum için iyi bir gelişme. Artık birçok şey daha düşük fiyatlarla (hatta çoğu zaman bedavaya) daha geniş kitlelere ulaşabiliyor. Fakat madalyonun diğer tarafında bu içerikleri üretenlerin nasıl gelir elde edeceği sorunsalı var. Dijital içeriklerin kolay kopyalanabilir olması telif, patent, korsanla mücadele vb. konuları gündemde tutmaya devam etse de aslında bunların hiçbiri dijital içerik üreticilerinin odaklanması ya da kaygılanması gereken konular değil.
Dijital çağdaki bir numaralı kural
Medyacı, yazar, aktivist Tim O’Reilly “Bilinmemek/unutulmak, yazarlar ve yaratıcı sanatçılar için korsandan çok daha büyük bir tehdittir” der. Burada O’Reilly’nin ima ettiği şey sanatçıların servet için endişelenmeden önce şöhret için endişelenmeleri gerektiğidir. Aynı minvalde, Cory Doctorow da tanınırlığın birkaç gerekli koşuldan biri olduğunu; yetenek, hırs, şans gibi faktörlerin fark edilmesi, takipçi kitlesine dönüşmesi ve reklamcıların radarına girmesinin yıllar alacağını söylüyor.
Hani bazen ünlü bir roman yazarı kariyerinin sonuna doğru vasat bir kitap çıkarır ama şöhreti sayesinde yine milyonlar satar ve siz “aynı kitabı (hiç tanınmayan biri olarak) ben yazsam yayımlatacak yayınevi bulamam” diye düşünürsünüz ya, işte mesele tam olarak bu. Veyahut bir gazetedeki köşe yazarının siyasi yorumları çok sıradandır ama ismi bilindiği için okunuyordur. Aynı yazıları siz blogunuzda yazmış olsanız kimsenin dikkatini çekmez. Ya da ilk kaydettiğiniz şarkı epey iyi olsa bile adınız hiç bilinmediği için hak ettiği dinlenme rakamlarına ulaşması en iyi ihtimalle yıllar sürer.
Diyeceğim, dijital çağda ne iş yapıyorsanız yapın para kazanmak istiyorsanız ünlü olmak zorundasınız. Tabii ki ünlü olmak sizi otomatik olarak zengin yapmaz; ancak kimse şarkınızı bilmiyorsa kimse konserinize gelmek için para ödemez, değil mi? Şöhret para yerine geçmez ama şöhreti kullanarak gelir elde edebilirsiniz. Eğer buraya kadar hemfikirsek dijital çağın iş modelini özetleyebiliriz.
Önce bedava…
Bundan 25 sene evvel ortalama bir Türkiye vatandaşı Selçuk Erdem veya Erdil Yaşaroğlu ismini bilmezdi. Fakat internet sayesinde karikatüristlerin eserleri önce mail gruplarında forward’lanarak, sonra forumlara yüklenerek, sonra da sosyal medya hesaplarında paylaşılarak dergi tirajlarını fersah fersah aşan geniş kitlelere ulaştı. Bu paylaşımlardan karikatüristler hiç para kazanmadılar. Ama şöhret elde ettiler. Artık Erdil Yaşaroğlu ismini sadece Leman okuyan birkaç bin kişi değil milyonlar bilmeye başladı. Ve 25 sene önce belki ikinci baskıyı göremeyecek olan Komikaze derleme kitapları Yaşaroğlu’nun internete borçlu olduğu şöhreti sayesinde onlarca baskı yapmaya başladı. Akabinde şirketlerden reklam, tasarım, grafik işleri almaya başladılar. Sonra televizyon kanallarına çizgi film çekenler de oldu. Vesaire… Şimdi hepsi kendilerini ünlü ve (Türkiye şartlarında) zengin eden internete telif davaları açarak savaş ilan ediyorlar ama olsun, siz anladınız.
Bir müzik grubusunuz, CD/kaset satışı diye bir şey kalmadığı ve Spotify gibi müzik platformlarından gelen telif ödemeleri çoğu grup için ceviz kabuğunu doldurmadığı için canlı konserler vererek para kazanma modelini düşünebilirsiniz. Fakat kimse daha önce hiçbir şarkısını dinlemediği bir grubun konserine 200 lira vermez. Birkaç yüz kişinin konserinize 200’er lira vermesini istiyorsanız grubunuzun “bilinir” olması gerekir. Dolayısıyla yeni çıkan bir müzik grubu olarak şarkılarınızın yapım şirketi üzerinden DMCA ya da DRM ile korunması isteyeceğiniz en son şeydir. Mp3 döneminde Napster’a davayı zaten ünlü ve zengin olan Metallica açmıştı. Küçük, az bilinen, yeni çıkaran gruplar ise ilk albümlerini kasten korsan ortamlara salıp, hatta klasörlere yanıltıcı erotik başlıklar yazıp, müziklerini ulaştırabilecekleri en fazla insana bedava ulaştırmaya çalışıyorlardı. Çünkü rekabet ortamında albüm satmak, konser vermek, festivalde çalmak istiyorsanız önce “bilinir” olmalısınız. 2000’lere kadar Amerika’da çok az bilinen Radiohead bile Kid A albümünü, albümün resmi çıkış tarihinden üç ay önce Napster’a salarak Amerikan dinleyicisine ulaşmış ve bu sayede albüm çıktığında Amerikan listelerine ilk kez üst sıralardan girmişti. Yani teknoloji ve bedavaya karşı savaş açmak yerine onları ilerici birer araç olarak kullandılar. Zira, unutmayın, eğer kimse grubunuzu bilmiyorsa, telif yasalarının varlığı sizin değil piramidin tepesindeki grupların lehine işler.
Burayı okuyanların çoğunun daha önce hiç ismini duymadığı, misal, Ali Congun diye bir stand-up komedyeni var. 100 lira verip gösterisine gider misiniz? Daha önce şakalarını izleyip beğenmediyseniz gitmezsiniz. Peki Ali bu hobisini nasıl paraya dönüştürecek? Tabii ki kısa kısa şakalarını YouTube’dan ücretsiz olarak paylaşarak. Eğer internette ücretsiz olarak paylaşılan on binlerce içeriğin içinden kendine yeteri kadar dikkat çekebilirse ilerleyen zamanlarda yapacağı tek kişilik gösteriye 50-60 kişi bilet alıp gelebilir.
Bu çağda ünlü olmadan çıkaracağınız ilk öykü kitabı ikinci baskıyı görmeyecektir, ünlü olmadan boyadığınız ilk tablo satılmayacaktır, ünlü olmadan yaptığınız ilk şaka için kimse size para ödemeyecektir, ünlü olmadan yazdığınız köşe yazıları için hiçbir medya kurumu size telif ödemesi yapmayacaktır.
Bu durumda sizin katı telif yasalarına değil işlerinizi çok sayıda insana, bedavaya, en pratik şekilde ulaştıran platformlara ihtiyacınız vardır. Bundan ötürü, eğer yaratıcı işler yapan genç ve hevesli biriyseniz, siz siz olun zaten ünlü ve zengin olan sanatçıların, yazarların, şarkıcıların servetini koruyan telif yasalarına fazla kafa yormayın. Ürettiklerinizi ulaştırabildiğiniz kadar çok kişiye bedavaya ulaştırmanın yolları üzerine kafa yorun. Sonrası içeriğinizin kalitesine bakar…