“Duman ile felsefe yapamazsınız. Dumanla haberleşmenin biçimi içeriği dışlar” der Neil Postman. Aynı şekilde sosyal medya ile de felsefe yapamazsınız. Çünkü sosyal medya genelde düzenlenmemiş, sorgulanmamış ve bağlamı olmayan sabit bir içerik akışından ibarettir. Yani sosyal medyanın biçimi de içeriği dışlar. Anti–entelektüel bir biçim, tıpkı telgraf gibi…
Dijitalleşme artarken eylem-enformasyon oranı giderek düşüyor. Misal, Sri Lanka’daki olaylarla ile ilgili ne yapabiliriz? Şubat ayı genç işsizlik oranının yüzde 21 olduğu, Biden’ın korumalarının Güney Kore’de gözaltına alınması veya AKP Doğubayazıt ilçe başkanının partisinden istifa ettiği neden bize aktarılıyor? Ortalama bir insanın bu kadar bilgiye ihtiyacı var mı? Bunca bilgiyle ne yapabiliriz? Fazla bir şey yap(a)madığımız gibi enformasyon obezi olmamız bizi duyarsız ve olan bitene kayıtsız insanlar hâline getiriyor aslında.
Son 24 saatte neler olduğunu çok iyi biliyor ancak son 24 yıllık tarihe dair çok az şey biliyoruz. Uzun okumalar ve araştırma yazıları, yeteri kadar anlık uyarı vermediği için, günümüz medyasında dezavantajlı konumda. Sosyal medyadan sadece anlık (ve tercihen flaş) haberleri takip ediyoruz. Yani Doğruluk Bakanlığı’nın toplumu getirmek istediği noktaya, Orwellyen bir otorite kullanılmadan, sosyal medya sayesinde geldik.
Bugün en berbat yoksulluk bile internet paketi olan bir akıllı telefondan vazgeçmeyi gerektirmiyor. Sosyal medyanın, yoğun paylaşımlar sayesinde yüzeysel kültürü artırdığı söylenebilir belki ama derinlikli kültürü artırdığını hiç sanmıyorum. Neoliberal sosyal medya bilimi, eğitimi ve kitapları yasaklamıyor; sadece, yavaş yavaş, onların yerine geçiyor. Yasaklamadığı için de statükoyu savunanlar sosyal medya kullanımını hür iradeyle yapılmış bir tercih olarak gösteriyorlar.
Sınırsız özgürlükten topyekûn kontrole
Byung-Chul Han’a göre “neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli hatta zekice bir sistem.” Bilişim teknolojilerinin erken yıllarını hatırlayın; internetin bize sınırsız özgürlük ve iletişim getireceği vadediliyordu. Bill Gates, doksanlarda, henüz bu kadar zengin değilken, her evde bir kişisel bilgisayar olacağını söylemişti. İnsanlık için ilerici bir girişimdi bu. Sonra Microsoft’u tekel hâline getirerek ilerlemenin önüne geçti. Mark Zuckerberg, üniversitedeyken, dünyada (internet bağlantısı olan) herkesin birbirleriyle anlık ve ücretsiz bir şekilde iletişim kuracağını söylüyordu. Güzel. Fakat Cambridge Analytica skandalı gösterdi ki iş seçimleri manipüle etme noktasına kadar varmış. İnternet şirketlerinin bizden topladığı veriler bizim davranışımızı tahmin etmek hatta yönlendirmek için kullanılıyor. Anlayacağınız, günümüzde “sınırsız özgürlük ve iletişim, topyekûn kontrol ve gözetlemeye dönüşmüş durumda.”
Dijital panoptikon ya da gözetleme kapitalizmi
İşin ilginci, Shoshana Zuboff’un “gözetleme kapitalizmi” dediği, bu yeni forma görünürde “kendi rızamızla” onay vermiş olmamız. Yani dijital panoptikon sakinleri kendilerini gönüllü olarak sergiliyor, birbirleriyle yoğun bir iletişime giriyor ve kendi arzularıyla her şeyleri ifşa ediyorlar. Bu bağlamda Han, neoliberalizmin insanlara zorbalıkla boyun eğdirmek yerine onları bağımlı yapmayı amaçladığının altını çiziyor. Baskı, zorlama ve yasaklarla iş gören 19. yüzyıl kapitalizminden farklı bir şekilde neoliberal kapitalizm “hoşa gitmeye çalışarak ve bağımlılık yaratarak hükmetmeyi amaçlar.” Siz özgür olduğunuzu düşünürken sömürülürsünüz [aslında bu Marx’ta da böyledir]. Neoliberalizm yasak koymaz, destekler; baskı yapmaz, müsamahakâr davranır.
Örneğin; otoriter bir rejim Komünist Manifesto’yu yasaklar ancak dijital psikopolitika çağında o kadar çok anlık uyarıcı vardır ki kimse eğlenmekten Komünist Manifesto’yu okumaya zaten vakit ayırmaz. Kitapları yasaklamak sistemin meşruiyetini azaltır ama insanların dikkatlerini sosyal medya uygulamaları gibi başka yerlere çekerek okunmasını istemediğiniz kitapların okunmamasını sağlayabiliyor. Bu da, Neil Postman’ın tespit ettiği gibi, Orwell’in değil Huxley’in haklı çıktığını gösterir. Aslında var olan, daha önce olduğu gibi, bir demokrasi illüzyonundan ibaret.
Tabii Viktorya döneminin panoptikonunda mahkumlar gözetlendiklerini düşündükleri için oto-disiplin uygular fakat neoliberal dönemin dijital panoptikonunda insanlar “gerçekten gözetleniyormuş ya da tehdit ediliyormuş gibi hissetmez.” Sosyal medya uzmanı bir arkadaşım yıllar evvel CIA’in herkesi izlediğine dair sosyal medyada ayyuka çıkan söylentileri “CIA seni neden izlesin, sen ajan mısın?” diye alaya almıştı. Birkaç sene sonra Snowden sızıntıları gösterdi ki Amerika’da NSA sadece ajanları değil bütün Amerikan vatandaşlarını dinliyormuş. İstihbarat faaliyetlerinin ya da devletlerin kendi vatandaşlarını izlemesinin ötesinde Google, Facebook, Apple, Amazon vb. şirketler aslında çok daha bütünlüklü ve işlevsel verileri kontrol ediyor. Ne CIA’in ne de NSA’in toplayabildiği veriler bunlar.
Sosyal medyayı kullanıyoruz ama önce şunları tartışmamız gerekiyor:
- Sosyal medya kullanmanın hür iradeyle verilen bir tercih olmadığını,
- Sosyal medyanın bize özgür bir dünya getirmediğini,
- Tam tersine sinsi bir kontrol ve tahakküm aracı olarak iş gördüğünü,
- Gates, Zuckerberg, Page, Brin, Bezos ve Musk gibi insanların toplumun çıkarı için fedakârca çalışan bilim insanları değil sermayenin çıkarları için Skynet-vâri bir bilgi tekelini kurmaya çalışan iş insanları olduğunu tartışmamız gerekiyor.
Bu bağlamda Postman, Zuboff, Han ve bu yazıda değinmediysem de Tim Wu, Cory Doctorow ve Peter Frase’in argümanlarının aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum.