n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
Bu haftanın odağında konumuz veri anksiyetesi. Her şeyi verilere göre şekillendirme ve belirleme ısrarının nasıl zararlı olabildiğini ve bundan kurtulmak için neler yapabileceğimizi anlattım.
“Ne Okuduk” bölümünde ise aboneliklerini iptal edenleri, Facebook Papers haberlerini, LA Times’ın tuhaf planlarını ve daha fazlasını bulabilirsiniz.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet Alphan Sabancı
Bu Hafta Ne Okuduk?
“Aboneliğinizi Neden İptal Ettiniz?”
Dijital haber kurumları için abonelik modeli giderek daha cazip hâle geliyor ve artık ödeme duvarları internette normalleşmeye başladı. Bu yöntemi denemek isteyenler de genellikle bu dalgayı yakalamaya ve insanları nasıl aboneliğe ikna edeceği kısmına odaklanıyor.
Ama en az onun kadar önemli bir soru da o abonelerin nasıl abone olarak kalacakları. Bir diğer deyişle, aboneliğini iptal eden okurlar neden gidiyorlar? NiemanLab de bu sorunun cevabını merak ederek okurlarına oldukça kapsamlı bir “Neden aboneliğinizi iptal ettiniz?” anketi yapmıştı. O anketin sonuçları bu hafta yayınlandı.
Eğer bu gelir modelini yayınınıza eklemek istiyorsanız tavsiyem bütün cevapları okumanız olacaktır. Ama onlarca farklı yayın hakkında verilen cevapların en sık kesiştiği konulardan birisi para. İnsanlar ya kişisel maddi sıkıntılarından dolayı ya da çok fazla aboneliğe para harcadıklarını düşündükleri için iptal ediyor. Bunu da yayının politik duruşu ve içeriğin kalitesi geliyor. Bu konularda bir sorun hisseden okurlar da aboneliği iptal etmekten çekinmiyor.
Facebook Papers ve Bazı Önemli Sorular
Bu hafta bültende Facebook’a yer vermemin sebebi perşembe akşamı yaptıkları absürt ve distopik şaka değil, WSJ’ın “the Facebook Files” serisiyle başlayan ve birçok yayının da dahil olmasıyla büyüyen “Facebook Papers” adıyla anılan sızıntılar serisi.
Giderek sayısı artan ve takip edilmesi zorlaşan bu sızıntılar, Facebook’un ne kadar tehlikeli bir şekilde yönetildiğini ve büyüdüğünü görmemizi sağlıyor. Dünyanın büyük kısmındaki kullanıcıların sorunlarını önemsiz gören, ülkede engellenmemek için sansüre izin veren ve daha fazla etkileşim için “öfkeli” tepki vermeyi beğenmeden beş kat daha önemli sayan bir platform ve şirketten bahsediyoruz. Bütün bunlar şirketin geleceğe dair çizgi film tadındaki planlarını suya düşürebilecek güce sahip.
Her ne kadar bu sızıntılar çok önemli bilgilere erişmemizi sağlasa da, bu dosyaların gazetecilere sunulması ve haberleştirilmesi konusunda da kimi sıkıntılar var. Gazeteci Alex Kantrowitz bu sorunları anlattığı yazısında dosyaların düzenlenip kamuya açılması gerektiğini söylüyor. Ben Smith ve Kara Swisher da dosyaları sızdıran Haugen’ın gazetecilerin erişimi konusunda çok fazla kontrole sahip olmasını eleştirip Haugen’ın gündemi yönlendirmeye çalışıp çalışmadığını soruyor.
Panama Papers ve Snowden sızıntıları ile kıyasladığımızda da bu sorunların gazeteciliğin yapılma şeklini ve kalitesini nasıl etkilediğini daha iyi görmek mümkün. Umarım mevcut yöntemden vazgeçilir ve bizler de bu sızıntılardaki bilgilere daha iyi bir şekilde erişebiliriz.
Siyaset Gazetecileri Rahat Bırakmıyor
Gazetecilerin güvenliğini ve özgürlüklerini tehdit eden kaynakların başında maalesef farklı devletler geliyor. Özellikle de siyasette yaşanan gelişmeler çoğu zaman ilk olarak gazetecileri vuruyor. Tıpkı Sudan’daki darbenin ilk hedeflerinden birisi olmaları gibi.
Kimi zaman da devletler başka ülkelerdeki gazetecilere saldırmaktan da çekinmiyor. Bunu en son tecrübe edenlerden birisi de NYT muhabiri Ben Hubbard oldu. Uzun zamandır Suudi Arabistan hakkında yazan gazeteci, yakın zamanda Suudiler tarafından Pegasus casus yazılımı ile dört kez hacklenmeye çalışıldığını öğrendi. Görünüşe göre bu denemelerin ikisi başarılı olmuş. Ancak amaçlarının ne olduğu veya nasıl bilgiler elde edebildikleri maalesef bilinmiyor.
LA Times Tuhaflaşmak İstiyor
Okur ilişkilerini yönetmek veya bu konuda bir ekip kurmak söz konusu olduğunda birçok kurum artık klişe yollara başvuruyor: sosyal medya yönetimi, daha sık paylaşım yapmak, soruları cevaplamak gibi.
Ancak LA Times’ın yeni okur ekibi lideri Samantha Melbourneweaver bunların dışına çıkmayı ve tuhaf şeyleri denemeyi amaçlıyor. Yeni kuracağı 15 kişilik ekibin içerisinde 6 kişilik bir “meme takımı” oluşturmak da bu planın bir parçası. Linkteki röportajda birçok faydalı alıntı var ama en çok dikkatimi çekenlerden birisini sizler için çevirmek istedim:
“Birçok kurumun yaptığı büyük hatalardan birisi ‘Gençler yalnızca çerez içerik istiyor. Gençler sadece video istiyor’ diye düşünmek. Sanki toplumsal adalet ve iklim değişikliği için sokaklara çıkan onca genç yokmuş gibi.”
Kısa Kısa
📱 Haber yayınınızın bir uygulamaya ihtiyacı olup olmadığı hem kaynaklarınıza hem de iş modelinize bağlı.
🚫 YouTube, İngiliz haber sitesi Novara Media’nın kanalını önce hiçbir açıklama yapmadan sildi sonra da “pardon” diyerek geri getirdi.
💬 NYT neden yorumları denetleme görevini botlar yerine insanlara verdiklerini anlattı.
🛢 Büyük petrol şirketleri ABD’de iklim krizi hakkında yanlış bilgi yaymaktan sorgulanacak. Öncesinde ise kendilerini aklamak için haber kurumlarına yanlış bilgiler içeren reklamlar veriyorlar.
🎨 Haberler için görsellik söz konusu olduğunda animasyon çok faydalı olabiliyor.
🤥 Trump’ı destekleyen bir yalan haber ağı kuran Robert Willis, her şeyi itiraf edip verdiği zararı telafi etmeye karar vermiş.
🤑 Yanlış bilgiyle mücadeleyi amaçlayan yeni bir medya şirketi, milyarderlerden yatırım alıyor.
Haftanın odağı: Veri anksiyetesinden kurtulmak gerekiyor
Bu ayın başında odak konusu olarak dijitalde verilerin güvensizliğinden ve nasıl manipüle edilebileceğinden bahsetmiştim. Ancak orada ele almadığım fakat dijital medya ve gazetecilik için büyük bir sorun olan bir diğer mesele de veri anksiyetesi —ya da İngilizce adıyla metrics anxiety.
Bu kavram dijital medyanın özellikle de okur ve tüketim odaklı verilere aşırı önem atfetmesi ve bunun sonucu olarak yayın politikasından gelir modeline kadar birçok konuyu sadece veriye endekslemesi durumunu tanımlamak için kullanılıyor. Bu rakamların haber odalarının tepesindeki ekranlarda asılı durması gibi hastane odalarındaki kalp monitörlerini andıran sahneler de bu duruma pek yardımcı olmuyor.
Elbette dijital bir yayın için verilerden öğrenilebilecek ve tespit edilebilecek çok şey var. Ancak bu durum biraz kontrolden çıkmaya başladı. Aslında çok temel seviyede kalan verilere yüklenen büyük anlamlar, bu verilerin ciddi kararları yönlendirmesine ve gazetecilerin borsacı gibi hissetmelerine neden olabiliyor. Yayınlar da veriyi yakalamak için anlamlı işler üretmeyi önemsiz görmeye başlıyor.
Bu kötüleşmenin temelinde ise internetin ilk dönemlerindeki deneysel zamanlardan sonra gelen sosyal medya ve reklam temelli bir internete uyum sağlamaya zorlanmak yatıyor. “Ne kadar tıklandık”, “kaç takipçimiz var”, “bu haber kaç RT aldı” gibi sorular haber odalarının en önemli meseleleri gibi görülmeye başlandı. Sosyal medyada büyümek ve reklam gelirlerini artırmak için yapılan bu hesaplar bir süre sonra haberlerin nasıl yapılacağını da belirleyecek kadar önemli hâle gelince, biz de veri anksiyetesinden bahsetmek zorunda kalıyoruz.
Sorun sadece kurumlar için geçerli değil, gazeteciler de aynı durumdan muzdarip. Sadece haber odasında yaşadıkları iyi veri getirme baskısıyla kalmıyor bu durum. Sosyal medyada da iyi veriler sağlama, bol takipçili hesaplara sahip olma gerekliliği varmış gibi bir algı yerleşti. Özellikle serbest gazeteciler için bu iş bulmakla işsiz kalmak arasındaki farkı yaratan etken bile olabiliyor.
Ancak bunun zararlarını da görmemiz ve verilerle olan ilişkimizi değiştirmemiz gerekiyor. Çoğu zaman bu verilerin sunduğu bilgiyle onlara yüklenen anlam arasındaki uçurumu görmek ve buna göre hareket etmek gerekiyor. Reuters Institute tarafından yayınlanan bu makale, konuya iyi bir başlangıç olabilir (PDF linki). Makalenin de ele aldığı üzere Süddeutsche Zeitung veriyle ilişki konusunda öncü bir yaklaşım sergiliyor. Yaklaşımlarını incelemek ve notlar almak şart.
Kesin olan bir şey varsa o da bu verilerin başımızın üstünde sallanan birer kılıç gibi durması durumuna bir son vermek. Bunun için de atılması gereken ilk adım onlara bakışımızı değiştirmek olmalı. En doğrusunu söyleyen ve asla yanılmaz işaretler değil, sadece basit eylemleri anlatan bilgi kırıntıları olduklarını kabul etmeliyiz. Bu kırıntıları nasıl kullanacağımıza da başka platformların değil, kurumların kendisi karar vermeli.
Çünkü bunun tersi sürekli olarak veriyi tatmin etmek adına gazeteciliğin iyice arka plana itildiği ve haberlerin anlamsızlaştığı bir senaryo olabilir. Böyle bir durumu da kimsenin isteyeceğini sanmıyorum.