Bilgiye erişimin her topluluk için hayati hâle geldiği pandemi süreci, birçok sektörde olduğu gibi medyada da yenilikler doğmasına vesile oldu. Gazetecilik girişimleri arasında dikkat çeken bir grup ise YouTube’da Türkçe yayın yapan Avrupalı gazeteciler oldu. Çoğunluğu Almanya’da yaşayan ve çalışan bu gazeteciler; Almanya’da hayat, Almanya’da iş ve yaşam koşulları gibi videolarla Türkiye’de de çok yüksek izlenme sayılarına ulaşıyor. Buradaki damar öyle kuvvetli ki komedyen olarak sahne alan Şafak Salda’nın kanalı bile göç ve göçmen hikâyeleri, haber yorumu içekleriyle dolu.
Günlük bülten sunarak başladıkları YouTube maceralarında, pandemi süresince artan ilgi sayesinde Alman siyasetçilerin görünmek için tercih ettikleri kanallar arasındalar artık. Öyle ki seçim sürecine giren Almanya’da başbakan adaylarından biri, bir gazetecinin evinde röportaj vermeyi kabul edebiliyor.
Avrupa ülkelerindeki günlük gelişmelerden Türkiye’deki Avrupalı emeklilerin dertlerini gündeme getiren içeriklere kadar çok geniş bir yelpazede yayın yapan kanalları sahipleriyle, özellikle Avrupa ülkelerinde yeni yaşam hayalleri zirve yapmışken konuşmak istedim.
Oktan Erdikmen: Z kuşağından izleyicilerin oranı diğerlerine nazaran düşük.
Oktan Erdikmen, 245 bin aboneyle Türkçe içerik üreten Avrupalı gazeteciler arasında en geniş kitleye sahip isim. Bu yazı hazırlanırken tam 80 milyon izlenmeyi geçmişti. Bu yazının hazırlandığı sırada Nevşin Mengü’nün 323 bin aboneli kanalının 28 milyon izlenmede olduğunu göz önüne alınca, çok daha dar bir kitleye yayın yapan Erdikmen’in skorları daha da ilgi çekici hâle geliyor.
Erdikmen 2009’da yüksek lisans yapmak için geldiği Almanya’da doktoraya devam etme kararı almış, zamanla alışınca da temelli yerleşmiş. Almanya’da Alman medyasında hiç çalışmamış, ama daha önce Türkçe yayın yapan bir yerel gazetede ve internet sitesinde çalışmış. Nedenini sorduğumda ilk zorluk çıkıyor karşıma: “Alman medyasına girişte genel şartlar nedeniyle zorluklar yaşandığını biliyorum. Büyük bir rekabet var. Standartlar çok yüksek. Parça başı çalışabileceğiniz bir iş bulmak çok zor değil fakat kadrolu bir pozisyon bulmak zor.”
Oktan Erdikmen, 2013 sonlarında girdiği YouTube’u başlangıçta arşiv amaçlı kullanmış. Türkiye’de yasaklı olduğu zamanda Almanya’da YouTube’un çok popüler olduğunu işaret eden Erdikmen’in takipçileri yavaş yavaş artmış. Yine de günlük haber bülteni sunma fikrini tetikleyen şey bir tesadüf olmuş: “Korona ilk çıktığında, herkes bunu merak ediyordu. Biz de arkadaşlarla bir kafede bu konuyu konuşuyorduk. Sonra biri, ‘Bir video çekip YouTube kanalına yüklesene, insanlar merak ediyor’ dedi. Ben de kafede oturduğum masada, arkadaşlara anlattıklarımın aynısı video çekerek yükledim. Birkaç saat içinde 10 bin kişi izledi. Oysa 2-3 bin takipçim vardı.”
Erdikmen Almanya’daki göçmenlerin içindeki iki grubu merkeze alarak başladıklarını vurguluyor: “Birincisi Almancası zayıf olan ve Almanca haberleri takip edemeyen 50 yaş üstü grup. İkincisi de yeni gelen genç göçmenler. Bir süre sonra, diğer gruplar da takip etmeye başladı. Şu anda en çok 30-40 yaş grubu izliyor. Aslında homojen bir takipçi kitlem var. Sadece Z kuşağına mensup izleyicilerin oranı diğerlerine nazaran düşük.”
İlginin büyüklüğü karşısında yayınlarına devam etmiş Erdikmen; Koronavirüs’le başlayan içerikler zaman içinde Avrupa gündemine evrilmiş. Kanalın izleyicilerinin %80’i Almanya’dan, %15’i diğer Avrupa ülkelerinden; yalnızca %5’i Türkiye’den. Onların da Türkiye’ye ya tatile gidenler ya da bir şekilde Almanya’yla bağlantılı olanlar olduğunu söylüyor Erdikmen. Avrupa gündemini Türkçe takip eden yüz binlerce kişinin abone olduğu kanal, tam da Alman siyasetçilerin ulaşmakta zorlandıkları kitleye hitap edebilecekleri muhteşem bir mecra. Zaman zaman Alman siyasetçilerle röportaj yaptıklarını belirten Erdikmen, “Alman siyasetçi röportajlarına ilgi genel izlenme oranından daha düşük oluyor. İzleyicinin bu yönde güçlü bir talebi olduğunu sanmıyorum,” diyor. Belli ki dil bariyerlerinden başka bariyerler de hâlâ var.
Peki siyasetçilerin ülke gündemine ve/veya kendilerine dair söyleyecekleriyle ilgilenmeyen takipçiler hangi konularla daha çok ilgileniyor?
“En çok insanları doğrudan ilgilendiren konularda soru geliyor,” diyor Erdikmen ve ekliyor, “Örneğin seyahat edecek biri, hangi testin geçerli olduğunu soruyor. Başka biri, mevcut gelir durumuyla çocuk yardımı alıp alamayacağını, diğeri emekli olup olamayacağını soruyor.” Kanal büyüdükçe sorulara cevap vermek zorlaşmış, fakat izleyicisiyle arasındaki bağı zayıflatmamış bu durum Erdikmen’e göre: “Aslında benim izleyici kitlesinden bir farkım yok. Aynı şeyleri yapıyoruz, aynı sorunları yaşıyoruz. Bu da insanlara samimi geliyor diye düşünüyorum.”
Erdikmen’in ardından YouTube’da aynı hedef kitleye yönelik Türkçe bültenler artış göstermişti. O, bu artıştan memnun, hiçbir içeriği rakip olarak görmediğini söylüyor: “Çünkü diğer bültenlerin izleyicileri, sonrasında bizim içeriklerimizi de izleyebilir. YouTube’da ne kadar iyi ne kadar çeşitli içerik olursa, benim için o kadar iyidir. Çünkü insanların bizim bültenimizi izlemeleri için, önce YouTube’a girmeleri lazım.”
İzlenme oranlarının fazla olmasının yetkililere ulaşmak konusunda yardımcı olduğunun da altını çiziyor Erdikmen.
Yüksel Evsen: Cenazem Türkiye’ye gidebilsin diye taksit taksit ölüsüne para yatıran bir kitleyiz biz.
YouTube’da yayınlarını Ben Yüksel adlı kanalında yapan Yüksel Evsen’in göç hikâyesi, Erdikmen’den farklı. 60’lı yıllarda işçi olarak gelen babasını takiben 1978’de ikinci kuşak olarak Almanya’ya geliyor. O da Alman medyasında hiç çalışmamış ama gerekçesi biraz farklı: “Çünkü benim hayalim Türkiye’de gazetecilikti. Bu nedenle bir göçmen olmama rağmen gazetecilik yapmak için Türkiye’ye gittim ve zorlukları Türkiye’de yaşadım.”
Türkiye’de muhabirlikten genel müdürlüğe kadar medyanın pek çok kademesinde görev alan Evsen, “Hiçbirinde seyirci ile bizim kadar direkt bir iletişim yok. Seyirciyle iletişim sıkı olunca, sorunun kaynağına daha çabuk iniyor ve daha doğru tespitler yapıyorsunuz. Dijital medyanın klasik medyanın önüne geçmesiyle birlikte milyonlar izleniyoruz. Dolayısıyla bir Alman veya Türk televizyonundan çok daha fazla izlenebiliyor bazı yayınlarımız. O sebeple onların yaptıkları bilgi kirliliğini düzeltme şansımız var,” diyor. Bilgi kirliliği konusunda oldukça hassas: “Eskiden tek sesli bir yayın vardı. Şimdi bizimle birlikte çok sesli Türk veya Alman medyası. Her ikisi de göçmenleri linç edebiliyordu. Şimdi biz düzeltme şansına sahibiz.”
Göçmenlik Evsen’in kimliğinin önemli bir parçası; göçmenlerin her iki taraftan da yabancılaştırıldığını hissettiğini aktarıyor. Gurbetçinin kazandığı para, Türkiye’de harcadığı para gibi konuların hem geleneksel hem de sosyal medyanın ilgilendiği konular arasında olmasından rahatsız; para konuşulurken problemlerin hiç konuşulmamasından şikâyetçi: “Ne suçu var bu insanların? 11 ay deli gibi çalışıp, 12. ay Türkiye’ye gitmek için yollara düşerler. Sıla yolunda perişan olurlar, gümrük kapılarında perişan olurlar, sınır kapılarında perişan olurlar, havaalanlarında perişan olurlar… Cenazem Türkiye’ye gidebilsin diye taksit taksit ölüsüne para yatıran bir kitleyiz biz!”
Son yıllardaki göçten farklı olarak Avrupa’ya 60’lı yıllarda gidenlerin çoğunun halen öncelikli sorunu, yaşadıkları ülkenin diline hakim olmamaları. Evsen, kendi anne babasının da durumunun aynı olduğunu söylüyor. Fakat haber ihtiyacı da beklemiyor: “Avrupa’dan ana dilinde haberi alamayan kitle Türk medyasına yöneliyor. Uydu ve IPTV imkânlarının artmasıyla artık her TV kanalı elinin altında. Ama bu kez de temel bir içerik sorunu yaşıyor. Örneğin, pandemide Türkiye’nin aldığı tedbirleri ezbere bilen gurbetçi, yaşadığı ülkenin kurallarından habersiz oluyor. Bir röportajında Hollanda Başbakanı Rutte ‘Pandemi konusunda Hollanda’da yaşayan Türkiye göçmenleri beni değil, Erdoğan’ı dinliyorlar’ gibi çok trajik bir tespit yapmıştı.”
Evsen bu yayınların bir zorunluluk olduğunu söylüyor ve Hollanda kurumlarının Türkçe içerikle pandemi koşullarını anlatmadığından yakınıyor, durumun Almanya’da daha iyi olduğunu vurguluyor. Sahiden de Alman kamu kurumları göçmenlere ulaşmak için çeşitli dillerde spotlar hazırlamış, bunlardan bazılarını ise gazeteciler gerçekleştirmişti. Evsen bu açığı fark edip kanalını ona göre kurgulamış. Bu tarz yayıncılığın kamu tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyor: “Devletler yahut AB fonları desteklemeli. Sonuçta yaptığımız bir amme hizmetidir.”
Evsen insanların en çok kendilerini anlayan bir yayıncıya ihtiyaçları olduğunu söylüyor, gerçekten de Ben Yüksel kanalının izlenmeleri pandemi haberleri manşetken daha sınırlıyken, göç problemleri konusunda bilgilendirme videoları çoğaldıkça artmış. Bu kanalı da en çok birinci ve ikinci kuşak izlerken üçüncü kuşak daha az izliyor. Çeşitli platformlardan gelen 200’ü aşkın sorunun tamamına gönüllü ekibiyle birlikte dönmeye çalışan Evsen, tüm çabalarına rağmen siyasetin gurbetçileri bölmesinden rahatsız: “Avrupa’da yaşayan Türkiye göçmenleri çok politik. Hayata siyasi pencereden bakmayı seviyorlar. Örneğin Yunanistan sıla yolunu kapatıyor. Yayında söyleniyorum. ‘Neden bununla ilgilenilmiyor, nedir bu gurbetçinin çilesi?’ diyorum. Bir grup deli gibi alkışlıyor. Haklı olduğumu söylüyor. Bir grup ‘Devleti neden eleştiriyorsun?’ diyor ve beni terörist ilan etmeye kadar gidiyor. Devlet ile hükümet kavramını birbirinden ayıramamak ve siyasi konular çok baş ağrıtıyor.”
Hasret Yazıcı: Türkiye’nin muhalif kesimine bağlı haber kuruluşları bile yapıcı eleştiri kullanmaktan aciz.
Almanya’ya göç ne zaman konuşulsa ilk gidiş ve sıla yolu ile sınırlı kalıyor. Oysa bir de temelli gitmek için niyetlenmesine rağmen vazgeçip geri dönenler, düzen kurmaya çalışırken biraz orada biraz burada yaşayanlar da var; onlar en az görülenler. Onlardan biri Hasret Yazıcı, Almanya’dan Haber kanalını yönetiyor. Hikâyesi ise diğer iki yayıncıdan farklı akmış.
Bir göçmen ailesinin üyesi, iki taraftan da dedeleri işçi olarak göçmüş; Almanya’da doğmuş fakat henüz iki yaşındayken Türkiye’ye dönüş yapmışlar. Aile 10 yıl sonra tekrar Köln’e yerleşmiş, ne var ki 3 yıl önce Hasret Yazıcı kendi tabiriyle bir çeşit burnout nedeniyle işini bırakıp Samsun’a gelmiş. Şimdi İzmit’te yaşıyor. Daha önce hiçbir medya kuruluşunda çalışmamış olan Yazıcı, YouTube macerasına da profesyonel bir şekilde başlamamış, hâlâ hobi olarak gördüğünü ve uyguladığını söylüyor. Öte yandan iki ülke arasında bu kadar sık mekik dokuyan biri için iki ülke medyası arasında karşılaştırma yapmak pek de zor olmamış:
“2018’de Türkiye’ye geldiğimden beri hem Alman hem de Türk haberleri takip etmeye başladım ve bu iki ülkenin gazetecilik anlayışı arasındaki fark benim için giderek daha belirginleşti. Türkiye’de anlamakta zorlandığım birkaç şey var. Örneğin Türkiye’nin en güncel konusu Sedat Peker. Yayınladığı videolarındaki iddialar daha doğrusu ifşalar dünyanın neredeyse her ülkesinde hükümetin istifası ile sonlanırdı. Demokrasilerde hükümeti kontrol etme ve sorgulama sorumluluğu olan basın bu konuda işlevini yerine getiremiyor. Ülkenin muhalif kesimine bağlı haber kuruluşları bile yapıcı eleştiri kullanmaktan aciz. Bence bunun nedenlerden bir tanesi Türkiye’de tartışma, münazara daha doğrusu İngilizce tabiri ile debate kültürü yok. Yani argümanlarını kullanarak karşındakini ‘yenme’ olayı.”
Bu gazetecilik farklarını imkânları dahilinde ortaya çıkarmak ve Türkiye’deki dil bilmeyen insanların da, dünyada Türkiye nasıl görünüyor merakını gidermek amacıyla, Almanca içerikleri Türkçeye çevirerek başlamış yayıncılığa Hasret Yazıcı. İzleyicilerinin önemli bir bölümü Türkiye’den. Onun da en çok aldığı sorular yine nerede yaşadığı ve Almancayı nasıl öğrendiği yönünde; Alman siyaseti üzerine spesifik sorular pek almadığını belirtiyor.
Bu, siyasetten tamamen uzak kalabildiği anlamına gelmiyor; çünkü “Almanya’dan Haberler” vesilesiyle Türkiye gerçekliğiyle tanışmış Yazıcı: “Tek adam rejimine muhalif olanlar ile Kuzey Kore misali Erdoğan etrafında kişi kültü oluşturmuş insanlar arasında bariz bir fark var. Türkiye’de hakim olan genel bir paranoya ve ‘Tüm dünya bize düşman’ algısı nedeni ile birçok insan videonun içeriği ne olursa olsun eleştirel yaklaşımda bulunuyor. Hatta birkaç defa kanalımı algı yaratmak, hatta ‘ajanlık’ ile suçlayanlar oldu.”
Hasret Yazıcı yine de ”Almanlar bizim hakkımızda bu şekilde mi düşünüyormuş?” gibi tepkiler veren kitlesi için, hobisi olan yayıncılığı sürdürmeye devam ediyor. Avrupa’daki göçmen topluluk da kendi medyasını ağır adımlarla da olsa oluşturuyor.