4 Ağustos gecesi, Şirin Payzın ile Sözüm Var programına bağlanan Halk Tv muhabiri Hazar Dost, Muğla’nın Milas ilçesindeki Kemerköy Termik Santrali’nin önünden dumanların arasında yaptığı yayında, yangının ilerlediğini ve vatandaşların bölgeden tahliye edildiğini aktarıyordu. Dost’un aktardığına göre, Santral yangın gelene kadar çalışmaya devam etmişti.
Aynı saatlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AHaber yayınında ağırlanıyor ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulunuyordu. Program akışında, Erdoğan’ın geçmişte yaşanan çeşitli afetlerin ardından bölgelere yaptığı ziyaretlerden görüntülere yer verilmekteydi.
Elazığ ve Van depremi sırasında Erdoğan’a teşekkür eden vatandaşların sözlerinden hareketle “vatandaşın devleti artık yanında hissettiğini” ifade eden sunucuya göre, 20 yıl önce bu gibi sözler duymak pek mümkün değildi.
Gerçekten de 22 yıl öncesine bakıldığında, gazete ve televizyonların vatandaşın olumsuz tepkilerini haberleştirme konusunda bugünkünden daha istekli olduğu görülüyor. Biz de, ana akım medyada yaşanan değişime dikkat çekmek adına Türkiye tarihindeki en büyük doğal afetlerden biri olan 17 Ağustos 1999 tarihli Gölcük Depremi’nin ardından Hürriyet, Milliyet ve Yeni Şafak gazetelerinin yayımlamış olduğu “vatandaşları paniğe sevk eden”, “devleti acz içinde gösteren” ve “dış yardımları öven” haberleri hatırlatmak istedik.
“Yabancı ülkelerden yardım istemek için neden bu kadar zaman kaybedildi?”
Milliyet, depremi “Halk Sahipsiz” başlığıyla haberleştirilmişti. 19 Ağustos tarihli Yeni Şafak‘a göre yaşanan, “devletin çöküşü”ydü. Türkiye’nin en yüksek tirajlı gazeteleri ve pek çok köşe yazarı, başta müteahhitler olmak üzere depremin yol açtığı yıkımdan sorumlu gördükleri Cumhurbaşkanı’na, bakanlara ve belediyelere eleştirilerini yöneltmekten geri durmamıştı.
Gölcük Depremi, Türkiye’nin en büyük petrol rafinerisi olan Tüpraş’ta yangına yol açmıştı. Milliyet’in “Tüpraş alev alev” başlığıyla duyurduğu yangın haberinde bölgede başlatılan tahliye çalışmalarına yer veriliyor, bir sonraki gün rafineride meydana gelebilecek olası bir patlamanın yol açacağı tehlikelere ayrıntılarla yer veriliyordu:
“Tüpraş ve çevresi, bir infilakla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Tüpraş’tan yükselen alev ve simsiyah dumanlar korkunç bir felaketin habercisi gibi, kilometrelerce uzaktan görülüyor. Rafinerinin nafta tanklarından başlayan ve giderek genişleyen yangın eğer kısa sürede durdurulamazsa, alevlerin uçak yakıtı ve LPG tanklarına sıçramasından korkuluyor.”
Kocaeli Vali Yardımcısı Ademi Karahasanoğlu’nun, bugün en başta okumayı bekleyeceğimiz yatıştırıcı sözlerine ise haberin devamında yer verilmişti: “Şu anda 7 tank yanıyor ancak şimdilik bir tehlike yok.”
Yeni Şafak gazetesi de Tüpraş yangınına tam sayfa yer vermişti. Habere bakılırsa yangınlara müdahale etmek için gereken uçak sayısı, bugün olduğu gibi o zaman da yetersizdi. Gazete, bu eksikliği okurlara “TÜPRAŞ bürokrasi kurbanı” başlığıyla aktarmıştı. Gazetenin aynı tarihli bir diğer haberinin başlığı ise “Devletin öldüren cimriliği”ydi. Haberde, doğal afetlere acil müdahale etmekle yükümlü olan Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’ne bütçeden yalnızca 3 trilyon lira aktarıldığı, rantiyeye ise günde 30 trilyon lira aktarıldığına yer verilmişti.
19 Ağustos tarihli Milliyet, Tüpraş’ın eski genel müdürlerinden Hasan Göker’in yurtdışından uzman müdahale istemede geç kalındığı yolundaki sözlerine “Göz göre göre yangını büyüttüler” başlığı altında yer vermişti:
“(…) Tüpraş’ta salı günü (17 Ağustos) akşam üzeri işin tehlikeli boyutlara geldiği belli oldu. Yurtdışından uzman yardımı istemek ise dün gece yarısına doğru gündeme geldi. Yabancı yardımcı uçaklar gece yarısı üçten sonra Türkiye’ye ulaştılar. Ve sabaha kadar beklediler. Yabancı ülkelerden yardım istemek için neden bu kadar zaman kaybedildi?”
İlerleyen sayfalarda, Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in bakanlara verdiği brifinge dayandırılan bir haberde Tüpraş yangını için ilk yardım talebinin Yunanistan’dan geldiği aktarılıyordu. “Atina sürprizi”nin “Bakanları duygulandırdığı” ifade edilen haberde bir bakanın “Doğrusu hoşuma gitti” şeklindeki sözlerine yer verilmişti.
Dönemin Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde özellikle Yunanistan’dan gelen yardımlara bolca yer verildiğini görebiliyoruz. İki ülke arasında “dostluk rüzgârları” esmekteydi. Duygular karşılıklıydı: Hürriyet‘in “Efharisto Poli File” (Çok Teşekkürler Dostum) başlığıyla yayınladığı haber Yunan radyo ve televizyonlarına da konu olmuş, Yunan Ta Nea gazetesinde “Hepimiz Türk’üz” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı.
18 Ağustos tarihli Hürriyet gazetesi, “Yardım Yağıyor” başlığı altında dünyanın dört bir yanından gelen yardımları detaylı biçimde haberleştirmiş, dünyadan Türkiye’ye gelen taziye mesajlarının tam sayfa yayınlandığı haberde, PKK tarafından yapılan başsağlığı açıklaması dahi yer bulmuştu.
Gazete, gece 03.02’de yaşanan depremin ardından yardımların ulaşmasında yaşanan gecikmeyi “Devlet bu kez aciz kaldı” başlığıyla aktarıyordu:
“(…) Saatler geçmesine karşın, devlet kuruluşları kurtarma çalışmasını başlatamadı. Valilikler, kaymakamlıklar, belediyeler ve tüm resmi kuruluşlar ancak güneşin ilk ışıklarıyla ortada göründü. (…) Devletin kurtarma çalışmalarında acz içinde kalması, ölü sayısını artırdı. Hastanelerde gerekli tıbbi müdahale zamanında yapılamadığı için, kurtulabilecek çok sayıda yaralı göz göre göre can verdi. Kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmalarında olduğu gibi, depremzedelere yardım ulaştırmada da tam bir koordinasyon eksikliği yaşandı.”
Gazetenin yazarı Yalçın Bayer, televizyonda kürek bulamadığı için feryat eden İzmitli bir vatandaşın isyanına yer verdiği yazısında şöyle yazıyordu:
“Elektrik, ulaşım ve haberleşme hizmetleri felç; devlet eli vatandaşa ulaşmakta yetersiz kalıyor. (…)
Büyük faciaya karşı asker, polis yok, belediye yok, daha doğrusu işi bilen bir kurtarma ekibi yok; bırakın bunları rantçıların yağmaladığı barınılabilecek bir yeşil alan dahi yok.
Hükümet olayın vahametini geç kavrayarak seferberlik ilan etmede geç kalıyor.”
20 Ağustos tarihli Hürriyet’in manşeti “Seferberlik”ti. Ülkenin farklı kentlerinden bölgeye gelen vatandaşların çabalarına yer verilirken, “Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın deprem bölgesinde valiliklerin acil ihtiyaçları için 18 trilyonluk ödeneği serbest bıraktığı” bilgisi, “Ve devlet nihayet el attı” başlığıyla sayfanın sol alt köşesinde aktarılıyordu. İlerleyen sayfalarda İsrailli kurtarma ekibinin “insan üstü” çabası yarım sayfaya basılmıştı.
Seferberlik, Milliyet’in de dilindeydi: “Kurtarma seferberliği” başlığı altında, dünyanın dört bir yanından gelen gönüllülerin çabaları ülke ülke anlatılıyor, hangi ülkenin ne kadar personel ve yardım malzemesi gönderdiği detaylı biçimde aktarılıyor, Avusturya, Mısır, Belçika, İngiltere, Fransa, Romanya, Japonya ve Azerbaycan’dan gelen tam teçhizat yabancı yardım ekiplerinin kendilerini enkaz bölgesine götürecek yetkililer tarafından saatlerce bekletilmesi “Yardım ekibine ilgisizlik!” başlığıyla eleştiriliyordu.
20 Ağustos tarihli Yeni Şafak, “Devletin kurbanı olduk” başlığı altında depremin vatandaşı düşürdüğü duruma sayfalarında geniş yer ayırırken, “Yardım Yağmuru” başlığı altında bir sütun boyunca Belçika, İspanya, Japonya, Yunanistan ve Almanya’dan gelen yardımlara yer veriyordu.
Gazeteler bu dönemde yabancı ülkelerin kurtarma çalışmalarında Yunan kurtarma ekiplerinin çabalarına bilhassa yer vermişti; ama bundan daha fazla dikkati çeken, gazetelerin dış yardımları överken devletin yetersizliğini özellikle vurgulamasıydı.
Moral bozan bir kısım medya
Dış yardımların ulaştırılamaması meselesi özeleştiriyle de kalmıyor, doğrudan yardım gönderen ülkelerin şikâyetlerine de sayfalarda yer veriliyordu. 21 Ağustos tarihli Hürriyet, Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi Aleksander Lebedev’in, ABD’li yardım ekiplerine gösterilen kolaylıkların kendilerine sağlanmadığı yolundaki eleştirilerini okura doğrudan aktarmıştı:
“(…) Türk hükümetinin ısrarlı isteği üzerine Rusya’dan 2 uçak ve 17 kişilik bir kurtarma ekibi daha geldi. Önceden bilgi verilmesine rağmen İstanbul Atatürk Havalimanı’nda görmezden gelindiler. (…) Amerikan uçaklarına ise her şey sağlandı. Oysa Ruslar saatler öncesinden çalışmaya başlayabilirdi.”
21 Ağustos tarihli Yeni Şafak, The Times’ın, hükümetin yardımları zamanında ulaştıramaması nedeniyle ikinci bir şok yaşadığı yolundaki haberini okurlara “Devletin acziyeti şok etti” başlığıyla, yanında Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in fotoğrafıyla birlikte duyuruyordu:
“Londra-İngiliz The Times gazetesi, depremden etkilenen bölgelerdeki halkın, afetzedelere yardım ve kurtarma çalışmalarının geciktirilmesinden dolayı deprem sonrasında bir şok daha yaşadığını kaydetti. Haberde Türkiye ekonomisini de çok olumsuz etkileyecek olan depremin, siyasi etkilerinin de Ecevit üzerinde görüleceği ileri sürüldü. Enkaz altında kalan binlerce insanın, profesyonel deprem arama alet ve uzmanlarının olmaması veya bölgeye çok geç gelmeleri yüzünden öldüğünü kaydeden The Times, Başbakan Bülent Ecevit’in İzmit’e gezisi sırasında halktan bir kişinin, ‘Kurtarma ekipleri biz öldükten sonra mı gelecek?’ şeklindeki sorusunun depremzedelerin duygularını anlattığını kaydetti.”
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in bu ve benzeri haberlerden duyduğu rahatsızlığı ortaya koyan sözleri de gazetede yer bulmuştu:
“Bazı çevrelerin ve bir kısım medyanın devleti acz içinde göstermesi görevlilerin moralini bozuyor.”
Ecevit, daha sonra Kanal 6, yaptığı deprem yayınından ötürü RTÜK tarafından 7 gün yayın durdurma cezası aldığında, konunun hükümetle ilgisi olmadığının altını çizmekle birlikte, Kurul’un kararını yorumlarken meseleyi yine halkın moraliyle ilişkilendirecekti:
“Tabii bazı televizyonların ve gazetelerin çok moral bozucu etkileri oluyor. Buna karşı caydırıcı bir önlem olarak böyle bir karara varmış olabilir.”
Fakat gazeteler, yardım ekiplerinin moralinin bozulması pahasına organizasyon sorunlarını aktarmaktan geri durmayacaktı. Yeni Şafak’ın 22 Ağustos tarihli haberinde, “Yardım düzensizliği” başlığı altında, Türkiye’nin dört bir yanından yağan yardımları göndermede “devletin büyük acz içinde kaldığı, bölgeye vatandaşların kendi çabalarıyla yardım göndermeye çalıştıkları” ifade ediliyordu:
“Bölgeden gelen haberlerle her seferinde bir defa daha yıkılan vatandaşlar, felaketi her geçen gün derinleşen bir yaraya benzetiyor.”
Dönemin Yeni Şafak yazarlarından Murat Kelkitlioğlu 23 Ağustos tarihli yazısında “Şöyle bir istatistik yapılsa, enkaz altında kurtarılanların çoğunu yabancılar çıkarmıştır” diyerek organizasyonu eleştiriyor, hükümet temsilcilerine “Kimi kandırıyorsunuz?” diye sesleniyordu. Yine aynı gazetenin yazarlarından Mustafa Karaalioğlu, “Enkaz altından devlet de çıkarılıyor!” başlıklı yazısında devlet yetkililerinin “hâlâ devletin haysiyetini kurtarmanın telaşında” olduğundan yakınıyordu:
“Hep, afetlerden depremlerden ders alamadığımız söylenir. Doğru… O yüzden, bugün devletin içine düştüğü aczi eleştirmeliyiz. Hem de ‘Birlik beraberliğe ihtiyacımız varken bunun sırası mı?’ diye hâlâ devletçilik yapanlara rağmen.”
Hürriyet’ten Bakan’a: “Kes sesini!”
Vatandaşların öfkesinden Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de payını almıştı. Milliyet’in 22 Ağustos tarihli haberi, Düzce’ye gelen Demirel’e “Enkaz altında kalan benim canlarım” diyerek tepki gösteren bir vatandaşa görevlilerin müdahale ettiğini aktarıyordu.
Yeni Şafak, televizyon kanallarının deprem yayınlarının yeterince eleştirel olmadığından da şikâyetçiydi. Gazetenin “Televizyon” sayfasında kanallar, “deprem konusunda bilgilendirici yayın yapmaktan öteye geçemediği” gerekçesiyle eleştiriliyordu:
“Depremin ilk günlerinde ‘devletin orada olmayışından’ yakınan tv kanalları bugünlerde çark etmiş gibi görünüyor. Sadece gelen yardımlar ve vatandaşın çalışmaları haber veriliyor, deprem konusunda toplumu bilgilendirici yayın yapılıyor. Ancak devletin elinin neden deprem bölgesine ulaşamadığını soran kanal yok gibi…”
Felaketin üzerinden bir hafta geçtiğinde, yardım ekipleri ülkelerine dönmeye başlamıştı. Bu sırada Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un; Ermenistan, Yunanistan ve Romanya’dan gelecek sağlık ekiplerini ve kanları; bunun yanında Amerikan 6. Filosu’na ait hastane gemisini gerek olmadığı gerekçesiyle geri çevirdiği duyuldu. Gazeteler Bakan’a tepkiliydi.
Yeni Şafak uluslararası yardım ekiplerin ülkelerine dönüşünü “Teşekkürler yabancı” manşetiyle duyurmuş ve eklemişti: “Bakanımızın kusuruna bakmayın.”
Hürriyet’in manşeti ise öfkeliydi: “Kes sesini!” Gazete, Ecevit’in MHP’li Bakan’a yönelttiği “Lütfen artık susunuz” şeklindeki ricayı okurlar için bu şekilde tercüme etmeyi uygun görmüştü. Haberde, Bakan’a öfkelenen vatandaşların Hürriyet’e telefon ve fakslar yağdırdığını ifade ediyordu. Aynı haberde kendisine Sağlık Bakanı’nın sözleri sorulan ABD’li bir yetkili, “En güzel cevabı Türk basınının verdiğini” ifade etmişti.
“Yanlış şeyler konuştuğunda engelleriz“
6 Ağustos 2021. 28 Temmuz’da başlayan yangınlar henüz tamamen söndürülmedi. HelpTurkey etiketiyle yapılan paylaşımlara Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen soruşturma açılmasına bakılırsa dünyadan yardım istemek artık suç sayılıyor.
Bugün, bir zamanlar Yeni Şafak’ın eleştirmiş olduğu, afet sırasında “yalnızca bilgi aktarmakla yetinen” yayınlara da artık pek az rastlanıyor. Yangının olduğu bölgelerden düzenli olarak yayın yapan birkaç televizyon kanalından biri olan Halk TV ise, bugün Muğla’nın Marmaris ilçesinden yaptığı canlı yayın sırasında saldırıya uğradı. Yayını basan 5 saldırganın sözleri, artık vatandaşlara “sadece bilgi aktarmanın” dahi ne kadar zorlaştığını gösteriyor: “Yanlış şeyler konuştuğunda engelleriz.”