“…En temelde sansür, bir otoritenin iktidarını ve değerlerini topluma düzenlemeler, cezalar ya da karşı çıktığı ifadelere karşı diğer önlemler ile dayatması eylemidir.”
Jillian C. York, Silicon Values
İnternetin dünya genelinde daha fazla insan tarafından kullanılabilmesinde ve günümüzün en önemli iletişim aracı ve medyası hâline gelmesinde platformların oynadığı rolün önemi yadsınamaz. Google, Facebook, YouTube ve Twitter gibi platformlar sayesinde internetin kullanımı ciddi bir şekilde kolaylaştı. İnsanlar bu kolaylık sayesinde interneti günümüzdeki kadar benimseyebildi.
Fakat platformların bu kolaylaştırıcılığı, onların tekel olmak isteyen birer şirket olmaları ile birleştiğinde karşımıza hiç de aklımıza gelmeyen bir soru çıktı: İnternette hangi içeriğe izin verilip hangisinin yasaklanacağına kim karar verecek? Bu platformların büyük bir kısmı Silikon Vadisi’nin “hevesli dahileri” tarafından kurulur ve büyürken akıllarında insanların paylaşımlarını nasıl denetleyecekleri sorusu muhtemelen yoktu. Sonuçta üniversitesindeki kadınların seksiliğini oylamak (Facebook) ya da arkadaşlarına topluca durum bildirimi göndermek (Twitter) gibi fikirler ile bu platformların hikâyeleri başladı.
Bu yüzden platformların büyümesi ile birlikte yeni bir araştırma ve aktivizm alanı da doğdu: İçerik moderasyonu (Content Moderation – CoMo). 2000’li yılların sonlarından bu yana bu sorunu dile getiren aktivistler ve akademisyenler olsa da sorunun ciddiye alınması ve alanın genişlemesi 2010’lu yıllar ile mümkün oldu. Şirketler tarafından ise son birkaç yılda gerçekten ciddiye alındığını söyleyebiliriz.
Jillian C. York, içerik moderasyonu konusunda uzun yıllardır çalışan ve bu alandaki birçok önemli girişim ve projenin de parçası olmuş bir isim. Şu anda Electronic Frontier Foundation’da Uluslararası İfade Özgürlüğü Direktörü olarak çalışan York, aynı zamanda IFEX ve Open Tech Fund gibi girişimlerin kurullarında görev almakta ve uzmanlık alanları üzerine aktif bir şekilde yazılar kaleme almakta.
York’un Mart 2021’de yayınlanan kitabı ”Silicon Values: The Future of Free Speech under Surveillance Capitalism” uzun yıllardır profesyonel olarak yürüttüğü araştırmaların ve çalışmaların bir sonucu. Silicon Values, platformlar ve içerik moderasyonu konusunda birden çok perspektifi bir arada sunuyor. York’un kişisel tecrübeleri, araştırmaları ve gerçekleştirdiği görüşmeler ile bu başlıkların her biri zengin ve derin bir içerik sunmayı da başarıyor.
Kitap aynı zamanda sorunun tek bir yanını ele almak gibi bir hataya da düşmüyor. Aynı anda içerik moderasyonu sorununun tarihini ve platformların evrimini okurken, diğer yandan en sık gündem olan içerik moderasyonu tartışmalarını (terör, nefret söylemi, cinsellik gibi) derinlemesine okuma şansı buluyorsunuz. Bu sayede kitap geçmişten günümüze içerik moderasyonu tartışmasının da nasıl evrildiğini kapsamlı bir şekilde okuyabileceğiniz bir kaynağa dönüşüyor.
Önemli olan paranın nereden geldiği
Kitabın her bir bölümü içerik moderasyonu sorunu ile ilgilenenler için fazlasıyla değerli bilgiler içeriyor. Ancak bu yazıda özellikle değinmek istediğim bir tanesi var: “Profit Over People” isimli dördüncü bölüm.
Eğer 2010’lu yılların başlarını hatırlıyorsanız, o dönemlerde internete ve sosyal medya platformlarına dair ne kadar iyimser bir perspektifimiz olduğunu da hatırlarsınız. Onlar sayesinde özgürce konuşabildiğimizi düşünüyor, artık kimsenin insanları sansürleyemeyeceğine dair (günümüzden bakınca fazlasıyla saf) hayaller kuruyorduk.
Bunun etkileri günümüze kadar gelmiş durumda. Hâlâ platformların bizim haklarımız için mücadele edeceğini umuyor, onların bizim durduramadığımız yasalara kafa tutmasını bekliyoruz. Ama çok önemli bir şeyi sürekli göz ardı ediyoruz: Bahsettiğimiz platformların hepsi kâr amacı güden şirketler.
“Profit Over People” bölümünde York, sosyal medya şirketlerinin büyümeye başlaması ile birlikte nasıl “ifade özgürlüğü savaşçılarından” devlet liderleri ile özel toplantılar yapan şirketlere dönüştüğünü anlatıyor. Bu sadece platformların uluslararası işlerini sürdürmek için gerçekleştirdikleri bir dönüşüm değil, devletlerin internet ile olan ilişkisinin değişmeye başlamasıyla da doğrudan ilişkili. 2010’lu yıllara girmemiz ile birlikte ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın hemen her yerinde interneti gözetlemeye ve orada paylaşılan içerikleri sansürlemeye yönelik ciddi adımlar atılıyordu. Yerel bir örnekle hatırlayacak olursak günümüzdeki internete büyük anlamda biçimini veren 5651 güncellemeleri 2011 ve 2014 yılında hayata geçirilmişti.
Tüm bunlar karşısında York, platformların da buna uygun bir şekilde pozisyon değiştirmeye başladığını anlatıyor. Geçmişte bu şirketlerin politika geliştirme ekipleri insan hakları aktivistleri ile daha doğrudan ve açık bir iletişim kurarken, bu giderek azalmaya başladı. Bunun yerine daha çok devletlerin temsilcilerini dinlemeye ve onları memnun etmeye zaman ayırdı. Bu da ellerindeki denetim ve moderasyon araçlarının kullanım şeklini belirledi.
York platformların bu dönemde yaptığı iki büyük hatayı özellikle öne çıkarıyor. Bunlardan ilki kullanım politikası ve kuralları geliştirme sürecinde kolaya kaçarak birbirlerinden kopyala-yapıştır yapmaları. İlk gelen ve şu anda tekele dönüşmeye başlayan platformlar bu kuralları devletleri memnun edecek şekilde yazıp birbirlerinden kopyaladıkça hem birçok sorun görmezden gelindi hem de ellerindeki gücün sağlamlaşmasına imkân sağladı. Çünkü bunu gören devletler her potansiyel yeni aktörden de aynı kuralları uygulamasını beklemeye ve talep etmeye başladı. Bu da her sosyal medya platformunun hayatta kalabilmek için içerik moderasyonu konusunda birbirinin aynısı hâline gelmesine neden oldu.
İkinci büyük hata ise platformların konuya yaklaşımları ile alakalı. Kitaptan alıntılayacak olursam:
“Elbette sorun hükümetlerin anayasayı değiştirmeden yeni yasalar yazamadıkları durumda yeni politikalar üretecek gücü varken, şirketlerin hükümetler ve vatandaşları denk aktörler olarak görmesi. İki tarafa karşı tarafsız kalarak, şirketler devletlerin aracı oluyorlar. Tıpkı kendilerinden önce gelen dini kurumlar ve hükümetler gibi, onlar da bugünün sansürcüleri oldular.”
Bu iki büyük hata, sosyal medya şirketlerinin erken dönemde yakaladıkları “demokrasiyi güçlendiren icatlar” ivmesinin giderek düşmesine ve en sonunda bu algının tamamen kırılmasına neden oldu. Platformlar giderek şirket olduklarının daha farkında olarak hareket etmeye ve buna bağlı olarak politikalar üretmeye başladıkça, kullanıcıların olumlu görüşleri de buna bağlı olarak değişmeye başladı.
Bu noktada özellikle bölümün başlığını tekrar hatırlamakta fayda var. Bahsettiğimiz platformların hepsinin temel amacı para kazanmak ve bunun için sürekli büyümeleri gerekiyor. Gelir modellerinin tamamen kullanıcılarının verilerini işlemeye ve bunları reklam gibi amaçlarla kullanılmasına bağlı olması, bu platformların her gün daha fazla yeni kullanıcı kazanmak ve onları sürekli platformlarında tutmak için ellerindeki her imkânı kullanmak zorunda olması anlamına geliyor.
Böyle bir durumda devletler ile kurdukları ilişkileri iyi tutmaya çalışmaları da kaçınılmaz oluyor. Eğer herhangi bir devleti “kızdırırlarsa” o ülkede platformlarına erişim engellenebilir, yani o ülkede yaşayan ve o ülkeden internete giren kullanıcılarını kaybedebilirler. Bu da bir şirket için çoğu zaman büyük bir zarar demek. Dünyanın en büyük topluluğunu kurmak gibi PR sloganlarının altında “dünyadaki herkes üzerinden para kazanabilmek” olduğunu gördüğümüz noktada bu dönüşüm daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
Burada özetlediğim ve bölüm içerisinde ele alınan birçok detay, bu şirketlerin artık bizlerin paylaşımını denetlerken neden devletlerin sözünden çıkmaya cesaret edemediğini güzel bir şekilde özetliyor. Bütün bu dönüşümlerin sonucunda, York’un da söylediği gibi, bir zamanlar platformlarının vatandaşlara hükümet devirme gücü vermesiyle övünen şirket liderleri şu sıralar otoriter devlet liderleri ile gizli toplantılar yaparak özel anlaşmalar koparıyor. Çoğu zaman neyin sansürleneceği ve neyin bırakılacağı politik veya etik bir karar değil, ticari bir karar olarak görülüyor.
İnternette ürettiklerimizin geleceği
Silicon Values, içerik moderasyonu sorununun neden herkesin ciddiye alması gerektiğini çok iyi bir şekilde anlatan bir kitap. Sorunun tarihi gelişiminden en önemli başlıklarına kadar içerik moderasyonunu ve bu alandaki aktörlerin motivasyonlarını kapsamlı bir şekilde anlamak isteyen herkesin okuması şart. Giderek internette daha fazla ürettiğimiz ve iletişim kurduğumuz gerçeğini de hesaba katacak olursak, Silicon Values uzun yıllar boyunca faydalı olabilecek bir kaynak kitap olma potansiyeli de taşıyor.
Geçmişteki yazılarımda içerik moderasyonunun kompleks ve çözümü zor bir sorun olduğundan bahsetmiştim. Aynı şekilde fazlasıyla önemli ve çok ciddi sonuçlar doğurabilecek bir mesele. Platformların küresel bir iletişim aracı hâline gelmesi yalnızca onların devletlerin gücü ile sansür aracı hâline gelmesi demek değil. Aynı zamanda belirli bir dünya görüşüne ve etik anlayışına sahip grubun neler üzerine konuşup konuşamayacağımıza karar vererek kendi değerlerini tüm dünyaya dayatması anlamına da geliyor; York bu sorunu “Twenty-First-Century Victorians” bölümünde detaylıca ele alıyor.
Bir yandan devletlerin ve diğer güç sahiplerinin giderek internette sansüre daha fazla kapı açtığı bir dönemden geçerken, platformların hiçbir kontrole veya düzenlemeye tabi olmadan sansür uygulayabiliyor olması tarihimizi bile etkileyebilir. Sürekli bir şeylerin silindiği, kaybolduğu ve engellendiği bir internet; dünyanın ve bizlerin hafızası olmak yerine güç sahibi olanların tarihi kendi istedikleri gibi yazma çabasının aracı hâline gelecek.
Silicon Values ile Jillian C. York bizi tüm bu tehlikelere karşı uyarıyor ve küresel çapta bir ortaklık ile bu sorunu çözme çağrısında bulunuyor. Bu çağrıya nasıl cevap vereceğimiz ve gelecekte nasıl bir internet istediğimiz üzerine düşünmeye başlamamız lazım. Bu kitap güzel bir başlangıç noktası olabilir.