Yerel medyada çalışan gazeteciler tecrübelerini aktarıyor

muhabir-yerel-gazeteci

Her yıl gazetecilik bölümünden mezun olan binlerce öğrenciden biriyseniz, gazetecilik mutfağının girişleri kapalıysa ve büyükşehirlerde yaşamıyorsanız ilk nerenin kapısını çalardınız? Yerel basın kuruluşlarının.

Yerel medya çalışanı olmak, insani ücretler ve insan onuruna yaraşır bir hayat talebi için bir sıçrama tahtasıdır. “Belli bir seviyeye gelene kadar” binlerce gazeteci bu sıçramayı yapabilmek için esnek çalışmanın yaygın olduğu o kötü koşullarda çalışmaya mecbur bırakılır.

Birçoğumuz ya o “belli bir seviyeye gelene kadar” denilen eşiği geçip daha insani koşullarda çalışmaya başlarız ya da gazetecilik tutkumuzun sömürüldüğü ve “zaten sektör böyle”ci anlayışın nefesini her an ensemizde hissederek bu sisteme dahil oluruz. 

Bu süreçleri ve yerelde çalışmanın ne demek olduğunu anlamak için uluslararası medya kuruluşları, ulusal ajanslar ve farklı medya kuruluşlarına haber yapan üç muhabir ve bir tane işsiz gazeteci ile konuştuk.

Mehmet 8 yıldır medya sektöründe ve ilk başladığı yıllardan bu yana kameramanlık, montaj, seslendirme gibi haber mutfağının farklı alanlarında yer almış. Yerel medya ve ulusal ajans deneyiminin ardından şimdi de uluslararası bir medya kuruluşunun Türkiye ayağında sözleşmeli olarak bölge muhabirliği yapıyor. 

Bu şekliyle yazınca veya okuyunca Mehmet’in süreci pürüzsüz görünüyor, fakat sömürüye çok açık alanların başında gelen medya sektöründe durum hiç de böyle değil. “Bu işin mutfağı İstanbul’dur” diyerek İstanbul’da da 6-7 ay işsiz bir şekilde yaşayan Mehmet 2 yıllık kameramanlığın ardından, kentin sancısından kaçarak tekrar Antep’in yolunu tutmuş.

“Kaşeli çalışan bir muhabir olduğunuzda emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz”

Memleketinde de bir bu kadar işsiz kalan Mehmet ulusal bir ajansta kaşeli muhabirliğe başlamış. Birçok alanda özel haber yapmasına rağmen ay sonunda eline 300-400 lira para geçtiğini söyleyen Mehmet, canını tehlikeye atarak aylarca sınır ötesi operasyonlarda kaldığı zaman dahi ay sonunda eline 250-300 lira gibi bir rakam geçtiğini söylüyor ve çalıştığı ulusal ajanstaki sürecini şu şekilde anlatıyor:

“Hâlbuki sınırda yaptığım haberler ulusal medyada yankı bulmuştu. Kaşeli çalışan bir muhabir olduğunuzda emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Bu ajansta kadrolu olduğumda da şartlar piyasa standartlarının çok altındaydı. Bu sadece benimle sınırlı değildi, bölgede çalışan bütün muhabir arkadaşlar bu şartlarda çalışıyordu. Bu ajansta çalışırken mesaiye saat 09:00’da başlıyorduk fakat gece 1-2’ye kadar çalışıyorduk. Mesai saatlerimizin ve çalışma alanlarımızın ucu açıktı. Sadece bir şehire bağlı değildik. Yeri geliyordu sınırötesi harekâtlara gidiyorduk, yeri geliyordu sınırdaki çatışma alanlarına gidiyorduk. İşimizi yaparken de her an canımızı verme korkusu yaşıyorduk.”

Bu ajansta yaklaşık üç yıl sigortasız ve kaşeli, iki yıl da yine düşük ücretlerle kadrolu çalışan Mehmet, ardından işine son verildiğini ve 5 yıllık emeğin karşılığının ancak açlık sınırının dahi altında bir ücret olduğunu söylüyor. 

2018 yılından beri ise Antep’te yabancı bir basın kuruluşunun bölge muhabirliğini yapıyor. Yine bu kuruluşta kaşeli bir şekilde sözleşmeli olarak çalışan Mehmet’in aldığı ücret ulusal ajansta çalışan bir işçinin aldığının iki katına denk geliyor.

Uluslararası bir medya kuruluşunda çalışmanın artı yanlarını sorduğumda “Hem maddi açıdan iyi hem de yazdığın habere siyasi veya herhangi bir şekilde müdahale etmiyorlar, sadece gerçekliğini önemsiyorlar” diyor. 

“Halkın ve güvenlik güçlerinin gazetecilere karşı bilinçlenmesi gerekiyor”

Mehmet serbest muhabir olmanın dezavantajlarını da şu şekilde anlatıyor:

“Ürettikçe kazanıyorsun, üretemeyince kazanamıyorsun. Sabit maaşla çalışan bir işçi gibi olmuyor. Şu an ana gündem Koronavirüs olduğu için farklı haber yapsan da girilmiyor. Benim sadece Koronavirüsle ilgili haber yapmam ya da salgına bağlayabileceğim haberler yapmam gerekiyor; bunun dışında da gündemi takip etmeliyim. Merkezi bir ilde yaşamıyorsan sürekli Koronavirüsle ilgili haber bulmak zor oluyor. Üretemediğin için o ay kazanamamış oluyorsun.”

Mehmet, ulusal ve uluslararası ajansı da deneyimlediği hâlde kendisini hiç güvende hissetmediğini de sözlerine ekliyor:

“Hem halkın hem güvenlik güçlerinin gazetecilere karşı bilinçlenmesi gerekiyor ki rahat bir şekilde çalışalım. Biz de kamu hizmeti yapıyoruz fakat yeri geliyor ne kadar dikkat etsek de bir saldırıyla karşı karşıya gelme ihtimalimiz oluyor. Bu mesleği yaparken her an gözaltına alınabilir, saldırıya uğrayabilir, mahkemelik olabilir ya da ölümle burun buruna gelebilirsin.”

“Mesai saatlerimiz bir kadrolu çalışanla aynı olmasına rağmen üçte biri oranında kazanıyoruz”

2016 yılında eğitim gördüğü ilde mesleğe başlayan Hasan, yerel basın ve ajans tecrübesinin ardından ulusal bir ajans için Güneydoğu Anadolu illerinde serbest gazetecilik yapıyor. 

Asgari ücretin çok altında ücretlerle çalıştığını söyleyen Hasan, bağlı bulunduğu ulusal ajansta bazı aylarda 1.500 lira civarında kazanırken bazı aylarda ise 600 lira civarı kazanabildiğini anlatıyor. Bu ücretlendirmelerin neye göre yapıldığını bilmediğini söyleyen Hasan, bu durumu sorduğumda şu şekilde aktarıyor:

“‘Haber ne kadar çok yerde yayınlanırsa fiyat o kadar artar’ deniyor. Asayiş ve adliye haberleri ile ilgili günde en az iki-üç habere gidiyorum. Adliye muhabiriyim ve haberlerim ulusal yayın organlarında çok yayınlandığında bile iyi bir ücret almadım. Fiyatlar hep bu şekilde ve emeğimizin karşılığını alamıyoruz fakat iyi yerlere gelmek için de böyle ajanslarda ve bu şartlarda çalışmak zorunda kalıyoruz. Yerellerde bu durum farz gibi. Burada meslek örgütleri, kurum ve kuruluşlar daha çok ajansları önemsiyor. Bunu, çıkardığımız yerel gazete sürecinde daha iyi anladım. Geçimimizi sağlamak için başka yerlere haber yapmak istesek de yapamıyoruz. Kadrolu gibi tam mesai çalışıyoruz fakat bir kadrolu çalışanın maaşının üçte birini kazanıyoruz.”

“Salgın öncesi sağlık haberciliği bildiğimiz bir alan değildi”

Hasan, Antep’te kültürel anlamda çok fazla haber çıktığını; fakat salgın sonrası bu çeşitliliğin yok olduğunu söylüyor. Bu nedenle ağırlıklı olarak sağlık haberciliğine yöneldiğini aktaran Hasan, pandemi ile birlikte mesleki faaliyetinin nasıl bir evrilme yaşadığını şu sözlerle anlatıyor: 

“Salgın öncesi sağlık haberciliği bildiğimiz bir alan değildi. ‘Sağlık haberi nedir?’ diye sorsalardı bilemezdim. Sektörde birçok arkadaşım da bu durumda.”

Hasan’a, kendisini güvence altında hissedip etmediğini sorduğumda, “Şu an için de geleceğim için de kendimi güvence altında hissetmiyorum. Şu an sigortam yok ve çalıştığım ajansın mantığı şöyle: Birkaç yıl boyunca ucuz işgücü olarak çalıştırır, ardından da normal sigorta ile işe alır, sonra da 212 sigortan başlar. En baştan verilmesi gereken haklar işçiyi süründüre süründüre ve kendimizden vere vere alınıyor. İstanbul, Ankara gibi merkezi yerlerde gazeteciliğe bakış açısı daha iyi, yerelde böyle değil,” cevabını veriyor.

Antep’te yaklaşık 13 yerel gazete olduğunu, bu basın kuruluşlarının yalnızca birkaç tanesinin muhabir çalıştırdığını söyleyen Hasan, bünyesinde muhabir çalıştırmadan faaliyet gösteren kuruluşların ajans aboneliğiyle haber servisi yaptığını; bu durumun alternatif mecraları azalttığını ve ajansların da kendilerini güvencesiz bir çalışma ortamına sürüklediğini aktarıyor. 

“Yerel medya sömürüye daha açık”

Dört buçuk yıldır basın sektöründe kendini var eden Zeynep de, üniversitede mesleğe atılanlardan. Zeynep sektörde daha sağlam yer etmek için yerel gazete ve televizyon deneyiminin ardından yüksek lisans eğitimine başlamış. Eğitimi bittikten sonra yerel medya yerine merkezi bir ilde ulusal bir kanalda çalışma tecrübesi kazanmak isteyen Zeynep sektörde yaşadığı zorlukları anlattı.

Kadın olmanın yerelde başlı başına bir sorun olduğunu söyleyen Zeynep, haberin doğrudan muhatabı olarak bir habere gittiğinde kendisiyle kurulmayan iletişimin kameraman arkadaşıyla kurulduğunu söylüyor. Röportaj gerçekleşince de haber kaynağının yüzüne bakmadığını söyleyen Zeynep, “Ben orada kendimi ispatlamak adına daha fazla konuşuyorum ve efor sarf ediyorum,” diyor.

Ulusal bir yayın organında uzmanlaşma alanları olduğunu aktaran Zeynep, yerel bir yayın organında kamera, seslendirme, haber yazımı, montaj gibi birçok alanda emek harcandığını ve yerelin sömürüye daha açık olduğunun da altını çiziyor. 

Zeynep ayrıca, ulusal ajansların bölgelerde muhabir kadınlarla çalışmadığını da şu sözlerle aktarıyor: “Başvuruda bulunduğumda bölge müdürü yüzüme bile bakmadı, hangi üniversitede okuduğumla, kaç yıllık deneyimim olduğuyla ilgilenmedi.”

“Başörtülü bir kadının naif ve sahada çalışamaz bir konumda olduğunu söylüyorlar”

Başörtülü bir kadın olmanın dezavantajlarını yaşadığını söyleyen Zeynep, işverenin gözünde başörtülü bir kadının naif ve sahada çalışamaz bir konumda olduğunu aktarıyor. İşverenlere “Bir şans ver, emin ol ben on erkekten daha güçlüyüm, daha hevesliyim” sözleriyle isyan eden Zeynep ajansların bölge muhabiri seçerken neden kadın muhabir istemediğini şu sözlerle anlatıyor: “Geç saatlerde trafik kazası olur göndermek istemezler. Bir kaza haberi olduğunda erkek muhabir kendi gidebilir fakat kadın muhabir olduğunda bir de şoför gerekir. Kadın bölgedeki ajanslar için ek masraf demek.” 

Sokak röportajına çıktığı zaman da başörtüsünden dolayı AKP’li yaftası yediğini söyleyen Zeynep, iktidara yakın görüş benimsemeyen yurttaşın da kendisine görüş bildirmekten kaçındığını belirtiyor. Yerel gazeteciliğin il bazında değeri olmadığını söyleyen Zeynep sözlerini şu şekilde bitiriyor: 

“Bir kurum etkinlik için basın mensuplarını çağırdığında orada birçok ulusal kanal ve ajans olduğu zaman ben yereli temsil eden bir muhabir olarak değersiz kalıyorum. Benim bu etkinlikle ilgili yaptığım haber görünmüyor fakat ulusal ajansın yaptığı haber daha görünür oluyor. O yüzden haberlerde özel bir şey çıkarmak için ekstra çaba sarf etmem gerekiyor. Bir belediyenin programında bile anlarız, ulusalın yerelde daha değerli olduğunu.” 

“Yaptığın değil yayınlanan haberin ücretini alabiliyorsun”

Birçok haber kuruluşuna eş zamanlı haber yapan ve yaklaşık 8 yıldır sektörde olan Elif ise diğerlerinin aksine daha önceden İstanbul’da tam zamanlı gazetecilik yapmış ve serbest olarak gazetecilik faaliyetini sürdürüyor.

Çok cüzi ücretlerle haber yaptığını anlatan Elif, zam talebi olmasına rağmen “piyasa böyle” denilerek açlık sınırının da altında ücretlere mahkum edilmiş. 

“Bu ücretle geçinemiyorum ve bir insanın günde birçok haber çıkarma gibi şansı yok. Yaptığın haberin değil yayınlanan haberin ücretini alabiliyorsun, bu da mesleğin ayrı bir handikapı.” 

Günlerce uğraştığını söylediği dosya haberler için de düşük ücretler alan Elif, “Biz gazeteciler olarak piyasadan tamamen silinmemek ve mesleğe devam edebilmek için ‘akmasa da damlar’ mantığıyla bütün bunlara mecbur ediliyoruz ve mesleği bırakmamaya çalışıyoruz. Düşük ücret alıyoruz, sigortamız yok, güvencemiz yok. Sanki telifli habercilikte evde çalışıyorsun, rahatsın gibi bir algı var fakat hiç rahat olmuyorsun. Bazen gece saatlerinde bile o haberi yazmaya devam ediyorsun. Bir de işin sadece yazma boyutu yok, her gün kalkıyorsun haberleri tarıyorsun, gündemde neler olmuş, çevrede neler olmuş bunları not ediyorsun, insanlara ulaşmaya çalışıyorsun. Fakat verdiğin emeğin karşılığını alamıyorsun. Birçok yere günlerce çalışıyorsun ve ayın sonunda aldığın ücret asgari ücrete bile denk gelmiyor neredeyse,” diyor. 

“Ücretler çok düşük olduğu için ayın sonunu getirebilmek adına niteliksiz haberler yapmaya mecbur kalıyorsunuz”

Pandemi ile birlikte ücretlerin çok düştüğünü belirten Elif, “Bir de işin şu boyutu var: 100 liraya haber yapıyorsunuz, ücretler çok düşük olduğu için ayın sonunu getirebilmek adına niteliksiz haberler yapmaya mecbur kalıyorsunuz. ‘Hızlı yapayım yayınlansın, ayın sonunda elime bu kadar para geçmesi lazım’ diyerek bir de bunun telaşına düşüyorsunuz. Bu yüzden de niteliği olmayan ve hatalı haberler çıkarmaya başlıyorsunuz. Pandemiden sonra böyle bir süreç de gelişti,” diyor.

“Her yer kötü durumda veya pandemi koşulları” denilerek düşük ücretlere mecbur bırakıldığını söyleyen Elif, “İşçilere denilen ‘bu fiyata çalışacak bir sürü insan var’ sözü bize de üstü kapalı deniliyor. Bir sürü işsiz gazeteci var, bunu da görüyoruz. Ölümü gösterip bizi sıtmaya razı ediyorlar,” diyor.

Elif’e göre yerelde haber çıkarmak hiç de öyle kolay değil: “İnsanlar kolay konuşamıyor, kaygıları oluyor bu yüzden de haber kaynağına ulaşmak zor oluyor. Bir de merkezi illerdeki haber yoğunluğu burada olmuyor, orijinal şeyler çıkarmaya çalışıyorsunuz. Sürekli bir takip hâlinde oluyorsunuz.”


Not: Haberde görüşlerine yer verilen kişilerin isimleri değiştirilmiştir.

Yazar hakkında

Yaprak Akbaba

Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünden mezun oldu. Artı TV, Jurnal Türkiye ve Tele1'de ve çalıştı. Cumhuriyet Gazetesinde editörlük yapıyor.