radyoculuk

Türkiye’nin çeyrek asırlık radyocuları “radyo”yu anlatıyor

Getting your Trinity Audio player ready...

Radyo, türlü türlü medya araçları henüz icat edilmemişken cızırtılı hâliyle dahi heyecanla müziğe ya da bir anonsa erişmenin heyecanını taşıyor(du). Şimdilerde biraz geri planda dursa dahi, dinleyene güven veren ve sesini duyduğumuzda bizi hızla 90’lara ışınlayan önemli isimler hâlâ mikrofonun başında. O yıllardan bu yana radyoculuk serüvenine başarıyla devam eden isimlerden; Power FM’den Burçin Acer ve Geveze, Kafa Radyo’dan Pınar İnanç Akar ve Süper FM’den Cem Arslan ile dünden bugüne radyoyu konuştuk ve bu mesleği yapmak isteyenler için güncel tüyolar aldık.

“Radyo hâlâ benzersiz bir medya aracı”

Bir neslin Number One TV’deki programıyla yakından tanıdığı Burçin Acer, radyoculuğa 90’ların başında Number One FM’de başladı. Radyoların en etkili olduğu ve bu nedenle radyoda çalışma fırsatının da kolay olmadığı zamanlar… “Radyo hevesiyle gidip kendimi televizyonda buldum,” diye anlatıyor Acer. “DJ olmayı beklerken, VJ’likle tanıştım. O zaman radyo kadrosu çok sağlamdı ve benim için yer açılmasını yaklaşık bir yıl bekledim ve rahmetli Emre Kuytu’nun Power FM’e geçmesiyle birlikte yayına başladım.”

Radyonun etki tarzı ve alanı açısından hâlâ benzersiz bir medya aracı olduğunu düşünen Acer, karantina döneminde de özellikle Amerika başta olmak üzere radyo yayınlarının geniş bir coğrafyaya yayıldığı yerlerde radyonun “doğru haber” almak için daha çok tercih edildiğini söylüyor.

“İşin müzik tarafına gelince, radyo ciddi bir sınavdan geçiyor diyebiliriz. İstediğin müziği, istediğin zaman, istediğin kadar dinleme imkânları, radyolar için başlı başına aşılması güç bariyerler aslında. Ama son araştırmalar gösteriyor ki, müziğin yayılmasında hâlâ en etkili mecra radyolar. Yani ‘stream’ ve ‘on-demand’ kanalları bir şarkıyı kısa sürede fark edilir hâle getirirken, o şarkının zaman içinde kitlelere yayılmasını radyolar sağlıyor hâlâ. Çok kullanılan bir benzetmeyle, ‘stream’ ve ‘on-demand’ platformları ateşi yakarken, o ateşi parlak ve güçlü kılan benzin radyolar oluyor.”

[bctt tweet=”Burçin Acer: İyi bir radyocu kelime dağarcığı ile güven, merak ve hayranlık uyandırır.” username=”newslabturkey”]

Podcast ve radyo yayınlarındaki özgürlük veya sansür mekanizmalarının işleyiş biçimlerine dair ise şu yorumu yapıyor Acer: “Podcast hem üreten hem de dinleyici açısından baktığımızda, daha bilinçli bir etkileşimin olduğu kıymetli bir alan. Bu özellikli iletişimin tarafları da, illa da bir kanuna ihtiyaç duymadan, son derece sağduyulu hareket ediyorlar şimdiye kadar. Sansürsüz gözüken ortam aslında bu sağduyunun getirdiği iklimle alakalı. Bunun da çok bozulacağını düşünmüyorum. Basın özgürlüğü konusunda, radyolar mevcut diğer medya araçlarından farklı bir konumda değil. Her şeye rağmen ben radyoyu hâlâ en temiz medya olarak görüyorum. Yani henüz çok fazla kirlenmemiş, sosyal medyadaki gibi bir trol yapılanmasının zor olduğu, temel nitelikleri nispeten koruyabilmiş bir medya. Buradan bakınca kısıtlamalar, bir televizyon, gazete, hatta dijital mecralarla karşılaştırıldığında daha sınırlı. Yani biraz önce podcast konusunda söylediğim sağduyu, radyolarda da etkisini güçlü bir biçimde sürdürüyor.”

Acer, radyo alanında var olmak isteyenlerin sadece radyocu ya da sadece televizyoncu olmak gibi tekil hedeflerle yola çıkmalarının yeterli olmayacağını söylüyor. Farklı disiplinleri öğrenmek için emeğin de kıymetli olduğunun altını çizen Acer, “İyi bir radyocu, sadece bildiği müziği, ilgi duyduğu haberi iyi sunan kişi değildir. O sunumun size iyi gelmesini sağlayan, kullandığı cümlede yaptığı uzun-kısa anonslarda bilgi ve kelime dağarcığının sizde hissettirdiği güven, merak ve hatta hayranlıktır yer yer,” diyor. Yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor: “Sesinizin kabiliyetlerini öğrenin. İnsana kendi sesi çekilmez gelir, yabancı gibidir. Bu açıdan çoğunlukla objektif bakamayız. Bunu aşmak ve sesinizin limitlerini belirlemek için, ‘sesli okuma’ basit ve etkili bir yöntemdir. Bir kitabı sesli okuduğunuzda, gerekli yerlerde vurgular, inişler çıkışlar, heyecanlar karşılar sizi. Sesli kitap okumanın kendi sesinizi doğru kullanma yolunda etkisi büyüktür. Son olarak da sürekli deneyin. Bir radyoya kabul edilmemeniz, sizin iyi bir radyocu adayı olmadığınızı değil, o radyonun sistemine uymadığınızı gösterir. Mutlaka size daha uygun bir format vardır. Bu açıdan dijital radyoları da hedefleriniz arasına almanız bakış açınızı çeşitlendirecektir.”

“Meraklı, sabırlı ve inançlı olmalı”

Pınar İnanç Akar, arkadaşının arabasını satıp verici almasıyla 1993 yılında radyoculuğa başladı. Akar, “O dönem halk eğitim merkezinde tiyatro eğitimi alıyordum. Arkadaşım, ‘Senin diksiyonun iyi, konuşabilirsin, ben de seninle beraber program yapmak istiyorum’ dedi ve öylece başladık,” diye anlatıyor. Radyoyu büyümeyen bir çocuk gibi gören Akar, hepimizin çocukluğunda dinlediği, çocukluğundan kalma bir hissi olduğunu düşünüyor. “Sanki küçük küçük insanların yaşadığı, inanılmaz bir sihirli kutu düşüncesi olduğu için, ayrı bir sihri ve ayrı bir güzelliği var. Ben onu koruduğumuza inanıyorum her daim.”

[bctt tweet=”Pınar İnanç Akar: Radyonun ayrı bir sihri ayrı bir güzelliği var. Ben onu koruduğumuza inanıyorum her daim.” username=”newslabturkey”]

“90’lı yıllarda yayıncılık açısından belki biraz daha rahat ve hürdük,” diyen Akar, RTÜK’ün kurulmasıyla birlikte yayınları belli bir çerçevede yapmaya başladıklarını söylüyor.

Radyo-TV mezunu gençlerle ilgili gözlemini, “Arka planda, işin mutfağında olmak istemiyorlar,” diye aktarıyor. “Hem Y hem Z kuşağında; çabucak bir şey olma, popüler olma, bir yerlere gelme isteği var. İşin arka planını öğrenmeden işin ön planında olmak isteyince de bir şeyler ters gidiyor, istedikleri gibi olmuyor. Aslına bakarsanız kuşaksal bir durum var. Bizim açımızdan X kuşağı, daha sebatla çalıştı. Yol parasına çalıştık, saatlerce günlerce radyo odalarından çıkmadığımız zamanları hatırlıyorum. Şimdi ise ne zaman çıkacağız, ne zaman mola vereceğiz diye insanların gözleri saatlerinde…”

Radyoda kendine yer bulmak isteyenlere ise önerilerini şöyle sıralıyor Akar: “Meraklı, sabırlı, ısrarcı ve öğrenmeye çok açık olmaları gerekiyor. Hemen pes etmemeleri gerekiyor. Gerçekten ne istediklerini bilmeleri de çok önemli.”

“Radyo daha güvenilir, içten ve bizden”

Radyoculuğa 1991’in sonunda Genç Radyo’da başlayan Geveze, radyonun diğer medyalardan daha etkili olduğunu ve güven üzerine bir ilişki taşıdığını düşünüyor.

[bctt tweet=”Geveze: Hassasiyetler günceldir, her gün değişir.” username=”newslabturkey”]

Sansür ile ilgili uzun yıllardır gözettiği şeyin halkın hassasiyetleri olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Etrafımızda insanlar yaşıyor, ben de bu insanların içinde yaşıyorum, ben de halkım. Benim de dahil olduğum halkın hassasiyetleri vardır. Bu hassasiyetlere benim programcılık anlayışım dikkat etmemi söyler. Ve bu hassasiyetler günceldir, her gün değişir. Evet bundan 10 yıl evvel yaptığım programı bugün yayınlamam. Ama belki bugün yaptığım program da bundan 10 sene evvel yayınlanamazdı.”

Herkesin bir zamanlar radyocu olmak istediği konusuna Geveze de katılıyor. Fakat radyocu olmak isteyenlerin, bu istek karşısında ne yaptıklarını da sorguluyor: “İnsanlar istedikleri şeyleri yapmak için bir girişimde bulunmalılar, ben bu girişimde bulunmadan radyocu olmak isteyen onlarca insan gördüm, hâlâ da görüyorum. Radyoculuk artık çok popüler değil, ama arkadan insanlar geliyor mu, evet geliyor. Fakat belli bir altyapıyla gelmiyorlar. Bu işi yapabilmek için kültürel bir altyapı olmalı.”

“Radyo programcısı olmak için doğmuşum”

Medyaya ATV’de adım atan Cem Arslan, 1994 yılında Kanal 6’ya transferinin ardından televizyondaki görevinin yanı sıra radyo programına da başladı. Bugün Türkiye’nin en çok dinlenen ve sevilen isimlerinden olan Arslan, 26 yıllık serüvenin başlangıcını şöyle anlatıyor: “O zaman Kanal 6’da Haydi Gülümse diye program yapan karı koca Nilgün ile Caner vardı. Nilgün önayak oldu, ‘Senin muhabbetin, ses tonun, enerjin iyi. Gel seninle program yapalım’ dedi. Şu an herkes koşa koşa gider belki ama o yıllarda RTÜK bile yok. Programda ne yapacağız, yanlış bir şey söylersen millet toplanıp radyoya geliyordu. Fakat ilk programımızı yaptıktan sonra ben anladım ki, ben radyo programcısı olayım diye doğmuşum. Medya dünyasına ilgim vardı ama TRT’nin duvarları, kuralları öyle yüksekti ki, ilgilenseniz bile hayal etmezdiniz. Nasıl olsa ben oraları aşamam, oralarda olamam duygusu hâkimdi. O yüzden âdeta ben sektöre gitmedim, sektör bana geldi gibi bir durum oldu.”

[bctt tweet=”Cem Arslan: Siyasetçilerin yoruma, görüşlere kapalı olması bizim işimizi daha da zorlaştırıyor. Çünkü onlar kapalı olunca onlara oy verenler daha da kapalı oluyor.” username=”newslabturkey”]

Suya sabuna dokunan programlara imza atan Cem Arslan, inandığı yayıncılık anlayışının bu olduğunu söylüyor. “Benim de hayat görüşüm, beğendiklerim ve beğenmediklerim, benim de yaşam çizgim var ama yayına oturduğunuz zaman, herkese aynı mesafede kalmaya mecbursunuz. Beğendiğinize beğendim, beğenmediğinize beğenmedim demeye mecbursunuz. Bir şeyi beğenmediğimi söylersem beni linç ederler diye düşünerek yayın yaparsanız o yayın olmaz, çorba olur.”

Türkiye’de iktidarın da muhalefetin de yandaş medyası olduğunu düşünen Arslan, her ikisinden de bağımsız; iyiye iyi, kötüye kötü diyen bir yayın yaptığında kendisini bir yere oturtamadıklarını belirtiyor. Arslan bu dönemin, 26 yıllık yayın hayatının en zorlandığı dönemi olduğunu söyleyerek nedenini de şöyle anlatıyor: “Ben mesleğe ilk başladığım yıllarda Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan’ın stüdyoda en önde otururken sahnede taklitleri, esprileri yapılıyordu ve onlar da ayağa kalkıp ayakta alkışlıyordu. Şimdiyse, iktidarı eleştiren bir şey söylediğiniz zaman, iktidara oy verenler sizi daha fazla topa tutuyor, muhalefete yönelik bir eleştiri yaptığınız zaman muhalefete oy veren sizi daha fazla eleştiriyor. Şu an bence siyasetçiden ziyade vatandaşın da algısı kapalı. Siyasetçilerin yoruma, görüşlere kapalı olması bizim işimizi daha da zorlaştırıyor. Çünkü onlar kapalı olunca onlara oy verenler daha da kapalı oluyor. Liderler yorumlara, görüşlere, eleştirilere, hicve, espriye, komediye kapalı olunca onların kapattığı yoldan halk ilerleyemez ki. Bir kapıyı önce lider açar halk devam eder.”

Bir zamanların büyülü mesleklerinden biri, eskisi kadar olmasa da popülaritesini koruyor. Bu anlamda radyoculuğun çok emek istediğini belirten Arslan, “Radyocu olmak için dünyaya çok açık olmak lazım. Televizyonda bir dizide başrol oynamak için oyunculuk yeteneğinin olması, ezber yeteneğinin olması yetiyor. Radyoda sadece yetenek yetmiyor. Bilgi birikimi lazım, çok araştırmak lazım. Radyocu olabilmek için radyoya kendinizi adamanız lazım. Tamamen yayına odaklanmak şart. Tüm yayını sadece konuşarak, bilgi vererek, yorum ve espri yaparak dolduruyorsun. Bazen bir dakikada verebileceğiniz bir bilgiye ulaşmak için onlarca kaynağı okumanız gerekiyor,” diyor. Arslan, radyocu olmak isteyenlerin her şeyden önce çok konuşmaktan mutlu olmaları gerektiğini de ekliyor.

Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
İlginizi çekebilir