NewsLabTurkey Ne Okuyor’dan Herkese Merhaba!
Bu hafta bültenimiz 1222 kelime, okuma süresi yaklaşık 7 dakika.
Bu hafta odağımızda Kaliforniya İdeolojisi kavramı var. İşinde ve hayatında teknolojinin giderek daha fazla yer kapladığı bizlerin bu kavram ve etrafındaki tartışmalarla daha samimi olması gerektiğine inanıyorum.
“Ne Okuyoruz” bölümünde ise Twitter’ın son geliştirmeleri, Facebook’un içerik yönetimindeki sorunlar, Al Jazeera’nin ABD sağcılarına alan açması ve dahasını bulabilirsiniz.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet A. Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
TWITTER NE YAPMAK, NEREYE VARMAK İSTEMEKTEDİR?
İnternette ürettiğimiz içeriklerden gelir kazanmak için birçok yol var. Son zamanlarda Patreon ile başlayan ve Substack ile büyüyen abonelik yöntemi OnlyFans, YouTube, Twitch ve daha birçok platformda kullanılıyor. Şimdi bunların arasına yeni bir platform daha katılacak: Twitter.
Twitter’ın yakın zamanda hayata geçireceği “süper takipçi” sistemi basitçe insanların Twitter hesabınıza Patreon gibi aylık bir ücretle abone olması ve onlara özel içerikler paylaşmanız anlamına geliyor. Aklınızda “kim tweetler için para ödemek ister ki” sorusu oluştuysa yalnız değilsiniz. Bunun nasıl kullanılabileceği ya da ne derece anlamlı olacağına dair herkesin ciddi şüpheleri var.
Benim aklımdaki asıl soru ise Twitter’ın ne yapmak istediği. Giderek kafa karıştıran bir akış algoritması, konu başlıkları takip etme, hikâyeler ve e-bültenin üstüne şimdi de abonelik ve gruplar —ve bir süredir test edilen sesli sohbet— özellikleri ile iyice kafa karıştırıcı bir platform hâline geliyor. Tüm bu özelliklerin kullanışlı bir şekilde bir araya gelebileceğine dair ciddi şüphelerim var ve bu kadar aşırı yüklemenin Twitter’ın sonunu getirme ihtimali de mevcut.
Alakalı: Twitter’ın perşembe günü yaptığı duyurular arasında arka planda kalan bir güzel özellik de vardı. Planlanan güvenlik odaklı geliştirmeler tweetlerinize negatif ilgi arttığında sizi uyarmak, “Güvenli Mod” size saldırgan ve hakaret içerikli cevap yazanları otomatik olarak engelleme gibi özellikleri içeriyor. Eğer doğru çalışırsa çok etkili olabilir.
AL JAZEERA ABD MUHAFAZAKÂRLARINA OYNUYOR
ABD’deki muhafazakâr kesimin en sevdiği argümanlardan birisi, aksine dair yığınla kanıt olmasına rağmen, medyanın ve internetin onları sansürlemeye çalıştığı. Bunu genellikle susturulduklarını söyledikleri platformlarda ya da tüm dünyaya ulaşan TV kanallarında söylemelerinin ironisi yetmezmiş gibi Al Jazeera bu argümandan kendisine de pay çıkarmaya karar vermiş.
Rightly isimli platform “günümüz medya koşullarında dışlanmış hisseden kesimlere” hitap etmek amacıyla kuruluyor. Kurulduğu zamandan bu yana daha liberal ve sol eğilimli bir yayın politikası izleyen Al Jazeera Amerika’da çalışan gazeteciler de doğal olarak buna tepkili. ABD’de birilerinin bu argümandan kendisine gelir kapısı yaratmak için hamle yapması an meselesiydi. Bu yüzden asıl şaşırtıcı kısım Katar merkezli bir şirketin bu hamleyi herkesten önce yapması olabilir.
Alakalı: Aşırı sağcı grupların internette kendilerine bir yer bulmasının zorlaşması ile alternatif sosyal medya platformları da artmaya devam ediyor. Polonya’dan çıkan Albicla bir Facebook alternatifi, Koo ise tanıtımını Hindu milliyetçilerine özel bir Twitter alternatifi olarak yapıyor.
FACEBOOK CEPHESİNDEN HABERLER
Geçtiğimiz hafta Avustralya ile girdiği restleşme ile gündemi meşgul eden Facebook, birçok kişiye göre istediğini alarak bu restleşmeyi sona erdirdi. Bundan sonra neler olacağını şu aşamada kestirmek güç ama kimi işaretler bu konuyu daha hassas bir şekilde ele almak gerektiğini söylüyor.
Diğer yandan Facebook, platformundaki içeriklere nasıl müdahale ettiği ve kurallarını nasıl belirlediği konusunda ortaya çıkan haberlerle gündemde yer tutmaya devam etti. Özellikle söz konusu politik içerik yönetimi olduğunda fazlasıyla keyfi davrandıklarını görmek, aslında platformun kurallarını ne kadar az önemsediğinin de bir işareti.
ÖZENSİZ YANLIŞ BİLGİ ARAŞTIRMALARININ RİSKLERİ
Yanlış bilginin giderek daha popüler bir konu hâline gelmesiyle birlikte bu konuda yapılan araştırmalar, yazılan yazılar ve kitaplar giderek artmaya başladı. Konunun yeni ve popüler olmasından dolayı bu ilgi normal ancak bu koşullar aynı zamanda çalışmalardaki kimi sorunların da göz ardı edilmesine neden olabiliyor.
Bununla ilgili güncel örneklerden birisi, geçtiğimiz haftalarda bültende de ele aldığımız Oxford Internet Institute raporu. Rapor her ne kadar önemli veriler sunuyor olsa da bu verileri derleme ve sunma biçimi, yanlış bilgi sorununa dair yanlış yaklaşımların doğmasına neden olabilecek seviyede. Raporla ilgili en önemli sorunlardan birisi, raporun yanlış bilgi endüstrisine dair verilerini yalnızca medyada ele alınan haberler üzerine kurması.
Bir örnekle bu sorunun ne kadar ciddi olabileceğini anlatayım. Raporu okuyan bir kişi 2017 yılında yanlış bilgi ile propagandanın sadece 9 ülkede gerçekleştiğini düşünecek. Çünkü rapor yalnızca Cambridge Analytica’yı hesaba katıyor. Fakat Emma Briant’ın ön çalışması kısa sürede benzer hizmetler veren 600 şirket bulmuş ve bu sayı artmaya devam ediyor. Yani rapor kullandığı sorunlu metodlar yüzünden sorunun çerçevesini oldukça yanıltıcı bir şekilde çiziyor. Bu gibi sorunlara sebep olmamak için araştırmacıların ve gazetecilerin bu konuda çok daha hassas bir şekilde çalışması gerekiyor.
KISA KISA
- GIJN, Eliot Higgins’in yeni kitabı “We Are Bellingcat”ten bir bölüm yayınladı.
- Reply All podcast içerisinde yaşanan sorunlar kurucusunun istifası ile sonlandı.
- Zeynep Tüfekçi’nin Clubhouse yazısı platformla ilgili okunmaya değer az sayıdaki yazıdan birisi.
- NYT, ABD’de COVID-19 kaynaklı ölümlerin 500,000’i bulması üzerine yine etkileyici bir kapakla çıktı.
- Pandemi ile birlikte mecburen artan dağınık haber odaları üzerine kapsamlı bir bakış.
- COVID-19, kâr amacı gütmeyen yayınların hızlı bir şekilde artmasına da neden oldu.
- New York Times, teknoloji geliştirme süreçlerinde erişilebilir interneti nasıl ön planda tuttuklarını anlattı.
- Cezayir medya özgürlüğü için kritik bir dönemeçten geçiyor, Hindistan ise çevrim içi içeriğin denetlenmesi için yeni bir yasal düzenleme hazırlıyor.
Haftanın odağı: Kaliforniya İdeolojisi ve hayatımızdaki yeri
Teknolojiyle aramızdaki ilişkiyi şekillendiren birçok şey var, bunların başında da kullandığımız ve hayatımızın bir parçası haline gelen bu araçların nasıl bir dünya görüşüyle ve kimler tarafından şekillendirildiği geliyor. Hemen herkes için bu etki söz konusu olsa da artık işini ve hayatını ciddi bir şekilde internet üzerinden sürdüren ve buna göre şekillendirmesi gereken gazeteciler ve medya çalışanları için bu durum daha hissedilir bir şekilde kendisini gösteriyor.
Bu yüzden de kullandığımız bu araçların ve platformların arkasında yatan fikirleri ve dünya görüşünü anlamak büyük bir önem taşıyor. Bu noktada hemen hepimizin aşina olması gereken önemli bir kavram var: Kaliforniya İdeolojisi (Californian Ideology).
Richard Barbrook ve Andy Cameron tarafından üretilen bu kavram, günümüzde artık interneti ve teknolojinin gelişimini küresel seviyede şekillendiren dünya görüşünün arka planını kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Neoliberal ekonomi yaklaşımı, liberteryan devlet fikri, transhümanist fikirler, teknolojik belirlenimcilik ve tekno-optimizmin bir karışımı olarak özetleyebileceğimiz bu ideolojik çerçeve, şu anda kullandığımız birçok aracın tasarlanırken nasıl bir insan ve toplum düşüncesiyle şekillendirildiğini anlamak için oldukça faydalı.
Bunun erken örneklerini John Perry Barlow’un Davos’tayken yazdığı ve dünyayla paylaştığı meşhur “A Declaration of the Independence of Cyberspace” metninde de görmek mümkün. Günümüzde ise Kaliforniya İdeolojisi tüm dünyaya yayılmış durumda. ABD’den Çin’e, Almanya’dan Türkiye’ye teknoloji ve internet üzerine çalışan kesimler içerisinde bu dünya görüşünün etkilerini görmek mümkün. En karikatür halleri daha fazla robot ve kodlama bilen insan ile tüm sorunları çözebileceğimize inanan ve sürekli TED sahnesinde gibi davrananlar.
Bu perspektifi tanımak önemli, çünkü medya ve gazeteciliğin dijitaldeki geleceği bu ideolojiyle doğrudan ilişkili. Geçtiğimiz haftalarda Facebook ve Avustralya restleşmesi bunun sadece bir örneği. Teknolojinin küreselleşmesi bu ideolojinin sınır tanımadan ve farklı yerlerdeki farklı koşulları hesaba katmadan herkesi etkileyecek kararlar almaya devam etmesine neden oluyor.
Günümüzde hem medya çalışanları ve gazeteciler hem de teknoloji ve medya alanında çalışan akademisyenler bu ilişkiyi ciddi bir şekilde gözden geçirmek zorunda. Tekno-optimist yaklaşımlarımızı ve Kaliforniya İdeolojisinin büyüsünü bir kenara bırakıp daha eleştirel ve bağımsız bir yaklaşım geliştirmek zorundayız. Bunu yapabilmek için de içerisinde bulunduğumuz koşulları şekillendiren bu fikirleri iyi tanımamız ve etkilerini daha açık bir şekilde görebilmemiz şart.