Son günlerde Twitter’da gazetecilerin ve internet ünlülerinin ağzından düşmeyen Clubhouse, her ne kadar kısa zamanda birçok insanın hayatının merkezine oturduysa da şimdilik yalnızca iOS ekosistemi üzerinden erişilebilen bir uygulama.
Temel bilgi ile başlayalım. Clubhouse, birçoğumuzun filmlerden aşina olduğu “davet usulü” ile girilen bir sesli mesajlaşma uygulaması. Wikipedia verilerine göre Alpha Exploration Co.’ya ait olan uygulamanın 2020 Aralık itibariyle değeri 100 milyon dolar civarındaydı. Son bir ay içerisinde yakalanan ivme ile işlerin değiştiğini öngörmek zor değil. Bazı yazarlar Clubhouse’un, Houseparty gibi uygulamalarının da içinden çıktığı bir “spontane sosyal ağ” döneminin önemli çıktılarından biri olduğu görüşünde. Zira Clubhouse’la fikren benzeyen Pragli, Screen, Around gibi farklı uygulamalar da mevcut.
Benimse bu yazıdaki amacım, hem Clubhouse’un ne olduğunu ve dünden bugüne hangi teknolojilerle benzeştiğini açıklamaya çalışmak hem de mecraya kısa zamanda tekno-optimistlerce atfedilen bazı özelliklerin gerçekten uygulamada bulunup bulunmadığını anlamaya çalışmak.
Dar ekosistemin dar odaları
2021 Ocak statcounter istatistiklerine göre dünya genelinde mobil pazarının %71.93’ü Android, %27.47’si ise iOS kullanan cihazlardan oluşuyor. Clubhouse, Silikon Vadisi’nin adeti olduğu üzere ilk aşamada iOS’a hizmet eden bir uygulama. Android pazarına da gireceklerini söyleseler de ilk aşamadaki bu tercihin belirli bir stratejinin ürünü olduğunu söylemek pek zor değil.
Bugün iOS ile çalışan cihazların fiyatlarına ulusal piyasamızda göz attığımızda düşük segment Android cihazlarla karşılaştırıldığında ciddi bir makas olduğunu görmek mümkün. Bu da ilk aşamada uygulamaya ulaşanların demografik profiliyle ilgili aşağı yukarı bir fikir verebilir.
Aynılar aynı yere
Clubhouse’un önemli dezavantajlarından biri, tanıdığınız kişileri Instagram ve Twitter hesaplarınızı bağlamanızın ardından size izlenecek kişi olarak önermesi. Bu aşağı yukarı her sosyal ağ için bir standart hâlini almış olsa da yankı odalarının oluşumu ve Twitter’da ya da Instagram’da oluşturulan dijital sosyal çevrenin yeni alana aktarımını hızlandırıyor.
Her ne kadar bazı kullanıcılar kendilerinden sıkılmış olsalar da Bartu Küçükçağlayan veya Melikşah Altuntaş gibi isimlerin “buraya da” gelmiş olmaları şaşırtıcı değil. Zira, girişimci ağının, kripto para ekibinin vs. neredeyse aynı takipçi ve takip zincirlerini ürettiklerini gözlemleyebiliyoruz. Doğal olarak, eğlence anlayışımız ve sohbet konularımız esasen sadece mecra değiştirdi ve hem işletim sistemi ekosistemi kısıtı hem de moderasyon sebebiyle “istenmeyen cızırtılara” kapalı bir hal aldı. Müdavimlerin hoşuna gitmeyecek; ama Clubhouse demokratik potansiyel olarak olarak Twitter’ın çok gerisinde bir uygulama. Ki, adı Clubhouse olan ve ayrıcalıklı bir sistem üzerine kurulu bir uygulamadan zaten bundan başka bir şey ummak da biraz saçma.
IRC döneminden kalma bir hiyerarşi
Clubhouse, bana birçok açıdan IRC günlerini anımsatıyor. Tabii ki önemli teknik farklılıklar da var. 1990’lı yıllarda ve 2000’lerin başında IRC üzerinden sohbet etmek, yaygın bir alışkanlıktı. O dönemin ünlü “server”larında (anet, dalnet vs.) #zurna, #ayna, #gay gibi türlü kanallarda, bugünün konularına benzer konular çoğunlukla psedonim olarak (gerçek isim kullanılmadan) konuşulur, sosyalleşme bu alanda gerçekleşirdi. O yıllarda bilgisayar ve internet erişimim olduğu için, bu ağlar üzerinden sosyalleşmiş biri olarak, hayatımda aile ve yakın çevrem dışındaki sosyal hiyerarşilerle ilk karşılaşmam da IRC’deydi. Farklı operatörlük seviyeleri (adminlik, otomatik operatörlük ve süper operatörlük gibi) ya da kilitli kanallarda sohbet edebilme yetkisi (voice) bulunmaz bir altın gibiydi. Henüz 9-10 yaşındayken 17-18 yaşında olduğumu söyleyip o dönemin anet server’ında önemli bazı kanallarda “görevler” aldığımı anımsıyorum. Tabii yaşımı bilip “yaşıma rağmen” bana yetki veren o dönem kahramanımız olan abilerimiz ve ablalarımız da vardı. Bizim açımızdan o operatörlük hiyerarşisinin bir parçası olmak her şeydi. Şu anda Clubhouse’a baktığımda, benzeri şekilde üretilen ve insanların “konuşan parçaları” olmak için can attıkları bazı sosyal ilişkileri gözlemliyorum.
Yakın zamanda Clubhouse’daki odaların konuşan profillerine baktığımda gördüğüm şey o yıllarda küçük bir çocuk olarak verdiğim görünür olma savaşını anımsatıyor bana. Peki Clubhouse’da görünür olmanın motivasyonu ne olabilir? Aşağı yukarı tüm sosyal ağlardaki motivasyonumuzla aynı şey. Bugün bio’larımıza yazdıklarımız yaptığımız işler, alakâlı olduğumuz kurumlar gibi bilgilerden oluşuyor. Kendimizi bu bağlantılarımızla tanımlıyoruz. Ekosistem daralıp rekabet büyüdükçe işler daha da karışık hâle geliyor. “Rekabet” büyüyor. O nedenle odalarda oluşan üçlü bölünmenin en tepesinde olmak önemli. Çünkü tepede konuşanlar ve moderatörler, aşağıda moderatör ve konuşanlarca takip edilenler, en altta da dinleyiciler var. Tıpkı IRC günlerinde olduğu gibi. Tabii bu hiyerarşik yapının tepesinde olmak, organik veya dijital network oluşturma kabiliyetinize, CV’nize ve daha birçok şeye dayanıyor. Clubhouse’a ilk girdiğimde uygulamayı İngiltere’deki örneklerini çok sevdiğim “Talk Radio“lara benzetmiştim. İnsanlar bir şekilde istedikleri konulardaki sözlerini söylüyorlardı. Ama zamanla, Twitter’daki ya da Instagram’daki takipçi sayısıyla orantılı bir söz hakkı dağılımı ortaya çıktı ve bu iki açıdan tekno-optimistleri ters ayakta yakaladı: Mecranın demokratik katkısı ve mecranın yenilik faktörü.
Güvenlik, benzer işlevli uygulamalar ve finansman
Günümüzde, Facebook’un bile güvenlikle ve gizlilikle ilgili konuştuğu bir çağda, gerçek isimler ve kendi sesiniz üzerine kurulu bir kullanım pratiğinin güvenlik bağlamındaki notu bence çok düşük. Özellikle ses tanıma ve kayıt teknolojilerinin dijital reklamın akışı ve işleyişindeki rolü, kişiselleştirilmiş reklam için buradan çekilecek verinin kullanılma potansiyeli düşünüldüğünde durum kritik bir hal alıyor. Zaten ses gibi şahsi bir verinin (sesli asistanlar çağında olduğumuzu da anımsarsak) bu kadar yoğun paylaşılmasının da sıkıntılı olduğunu kabullenmek zor olmasa gerek. İnsanların iOS’un mutlaka güvenli olduğuna dair garip bir inançla uygulamanın güvenilir olduğunu varsayması ihtimali birçok açıdan problemli.
Clubhouse’u karşılaştırabileceğimiz uygulamalardan biri de Discord. Her ne kadar Discord, Clubhouse’dan fersah fersah ileri ve geniş kullanıcı tabanı olan bir uygulama olsa da özellikle bu aralar üstüne sıklıkla konuşulan Z kuşağının da birçok medya şirketinin de iletişim süreçlerindeki en sık kullanılan tercihlerinden biri. Bugün podcast kaydından Twitch yayınlarına kişi bağlamaya kadar Discord, çok sayıda işlevi gereği tercih ediliyor. Kripto para odalarından, Fifa Ultimate Team gibi ciddi ekonomisi olan oyunlar için kurulan “ticaret” gruplarına dek birçok komünite Discord’da barınıyor. Tabii ki bunlar Clubhouse’un alametifarikası olan “spontanelik” karakterine sahip değil. Çok daha oturmuş durumda.
Özetle, mevcut hâliyle Clubhouse, henüz tam olarak geniş kitlelerle buluşmamış bir uygulama. Türkiye özelinde markaların Clubhouse’u kuşatması da henüz tam olarak gerçekleşmiş sayılmaz. Christian Fuchs’un hiperticarileşme olarak adlandırdığı fenomenin bu ağ için de hakikat hâline gelmesinin doğal olarak eli kulağında. Yine de her sosyal ağ ile ilgili kendimize ilk sormamız gereken soruyu kendimize sorarak bitirmekte fayda var: Clubhouse’un gelir modeli nedir? Bu soruyu sormadan bugüne dek yapılan tüm eleştirel tartışmaların pek de geçerli olmadığını söylemek mümkün. Sosyal ağların kullanıcı emeği ve gözetim temelli gelir modelleri artık bir sır olmasa da yeniyi hızla benimseme ve yüceltme alışkanlığımızdan biraz uzaklaşmak için doğru sorular iyi fırsatlar doğurabilir.