NewsLabTurkey Ne Okuyor’dan Herkese Merhaba!
Geçtiğimiz hafta içerisinde gazeteciler ve siyaset arasındaki sıkıntılı ilişkiye dair birçok farklı gelişmenin yaşanması üzerine bu haftanın odağında bu ilişkiyi ve beraberinde getirdiği sorunları ele aldım. Kimi sorunlara bakış açımızı da genişletecek bir odak olduğunu umuyorum.
“Ne Okuyoruz” bölümünde ise reklam temelli gelir modellerinin giderek kararan geleceği ve yapay zekâ balonu gibi daha teknoloji odaklı başlıkların yanı sıra Avrupa medya sektörünün gündeminde olan önemli tartışmaları da okuyabilirsiniz.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet A. Sabancı
Bu hafta ne okuduk?
REKLAMSIZLIĞA ALIŞMAK
Dijital yayıncılığın en önemli gelir kaynaklarından birisi olan reklamların giderek erimeye ve bir gelir modelinden çok, faydasız bir zahmete dönüşmeye başladığı bir döneme giriyoruz. Geçtiğimiz hafta da bahsettiğim Apple vs Facebook hikâyesinin yanı sıra, reklamların sorunlu bir şekilde otomasyonu da bunun temel sebeplerinden.
Claire Atkin ve Nandini Jammi tarafından yazılan Branded isimli e-bültenin geçtiğimiz hafta yayınlanan sayısı, basının reklam gelirlerinin dibe vurmasına bu otomasyonun nasıl sebep olduğunu örneklerle inceliyor. Özellikle “marka güvenliği” gibi meseleler yüzünden şirketlerin giderek daha suya sabuna dokunmayan yerlere reklam vermek istemesi, herhangi bir şekilde “hassas” haberlerin hiçbir şekilde reklam alamamasına neden oluyor. Elbette markalar ve reklam ajansları bunu çok umursamadıkları için de olan sadece gazetecilere oluyor.
GPT-3 MEDYANIN SKYNET’İ DEĞİL
Yapay zekâ ve gazetecilik konusu sıkça gündem olmaya ve konuya hakim olmayan kişiler tarafından ele alındığı için de yanlış yorumlanmaya devam ediyor. Geçtiğimiz dönemin en meşhur gelişmelerinden olan GPT-3 de bundan nasibini aldı.
Ağustos içerisinde sıkça gündem olan GPT-3 projelerinden birisi Adolos isimli bir blogtu. Bu “sahte” blog, en azından kurucusunun ve onu haberleştirenlerin iddiasına göre, tamamen GPT-3 ile yazılmıştı ve oldukça “gerçekçi” yazılar ortaya çıkarıyordu. Ama konu dikkat çekmek üzere haberleştirildiği ve birçok muhabir yeterince hakim olmadığı için birçok önemli detay gözardı edildi. The Next Web için bu blog ve haberleri inceleyen Ben Dickson aslında haberlerin birçok anlamda sorunlu ve hatalı olduğunu gösteriyor.
Kavram kargaşası gibi sorunları bir yana bırakırsak —neden bu blog sahte oluyor mesela— en önemli sıkıntı aslında çok fazla abartı ve yanlış bilgi içeren haberler yapılması. Adolos ne haberlerde bahsedildiği kadar popüler olmuş ne de gerçekten bir yapay zekânın sıfır müdahale ile yazdığına dair kesin kanıt var. Aksine, blog yazılarını okuyunca aksini gösteren ipuçları bulmak mümkün. Bu yüzden teknoloji konularında işin doğrusunu görebilecek ve bu tarz altı boş projelere düşmeyecek uzman muhabirlere ihtiyacımız var.
FRANSA’DA BASIN VE “ME TOO” TECRÜBESİ
Her ne kadar kimi konular evrensel görünse de yaşadığınız ülke ve parçası olduğunuz toplum bu konulara nasıl yaklaştığınızı ciddi bir şekilde etkileyebilir. Bu etki basının ve gazetecilerin de bir konuya nasıl yaklaştığı veya yaklaşmadığını da belirler.
Madison Mainwaring’in yazısı bunun iyi bir örneği. Dünyanın hemen her köşesinde gündem olan ve özellikle kadınların medya sektöründe maruz kaldığı baskı ve şiddetin görünür hâle gelmesini sağlayan Me Too hareketini bilmeyenimiz kalmamıştır. Bu hareketin amaçları her ülkede benzer olsa da karşılaştıkları tepki ve alabildikleri sonuçlar çok farklı olabiliyor. Fransa bunun en ilginç örneklerinden birisi ve özellikle bir ülkedeki yerleşik kültürün en temel sorunların bile basında yer alma şeklini nasıl etkilediğini bize gösteriyor.
Bu etkinin önemi gazetecilerin bunun çoğu zaman farkında olmaması. Bunun farkında olmadığımız zaman, kör noktalarımızın da farkında olmayabiliyoruz. Önemli ve köklü sorunlar bu kör noktalarda kaybolabiliyor ve asla gündem olamıyor. Bu yüzden gazetecilerin kendilerini geliştirirken bu kör noktaları üzerine de çalışmaları çok önemli.
İNGİLTERE’DE BBC KAVGASI
Devlete bağlı yayın kurumlarının farklı şekillerde baskı altında kalması ve tartışma konusu hâline gelmesi sıkça tanık olduğumuz bir şey. BBC de geçtiğimiz yıllarda sıkça bu tartışmaların aktörlerinden birisi olarak karşımıza çıktı.
En güncel tartışmaların çıkış noktası ise BBC’nin geleneksel The Proms konser serisinin son günü üzerinden başladı. The Last Night of the Proms olarak anılan son gün konserinde İngiltere’nin kolonyalist geçmişini öven iki şarkının çalınmaması ihtimali üzerine sağ eğilimli basın bunu bir krize çevirdi ve başbakan Boris Johnson bile konuya dahil oldu. Şarkılar çalınsa da bir kez başlayan dalga Johnson hükümetinin BBC’ye dair köklü değişiklikler planına güzel bir fırsat sağlamış oldu.
Tam da bu dönemde BBC’nin başına geçen Tim Davie ise —kimi zaman haklı olarak— taraflı olmakla suçlanan kuruma dair algıyı değiştirmeye çalışıyor. Ancak bunun için seçtiği ilk adımın tüm BBC çalışanlarından sosyal medyada “sessiz kalmalarını” istemesi çok da umut verici bir başlangıç olmadı. Bundan sonra neler göreceğimiz belli değil ama BBC için zor bir dönemin başladığı kesin.
KISA KISA
- Quartz bir yıl içerisinde abone sayısını nasıl ikiye katladığını anlattı.
- Serbest gazeteci Jack Delaney Rusya’nın bir medya operasyonu tarafından nasıl hedef alındığını ve kullanıldığını yazdı.
- Facebook eğer Avustralya’daki yasa geçerse Avustralya haber kurumlarını engellemekle tehdit ediyor. Bu da Facebook’un para kaybetmemek için daha fazla yanlış bilgiye kapı açması demek.
- NYT Coğrafya ekibi, bölgelerin uydu görüntülerinin politik eğilimlerine dair bir işaret verip vermediğini araştırdı. Yaratıcı bir yaklaşım.
- Çin’de yeni bir yasa, TikTok’un satışını engelleyebilir. Çünkü yasa yabancı ülkelere algoritma ve benzeri yapay zekâ ilişkili ürün ve araştırmaların satışını engelliyor. TikTok’un en önemli gücü de keşif özelliğinin arkasındaki algoritması.
- Migrantes de otro mundo (Migrants from Another World) Latin Amerika ülkelerindeki birçok gazetenin ortak çalışmasıyla göçmen öykülerini anlatan büyük bir ortaklık.
- Tartışmalı içerikleriyle ünlü podcast devi Joe Rogan’ın Spotify’a taşınma süreci birçok aşırı sağcı ve komplo teorisyeni ile kaydettiği bölümlerin kaybolmasıyla başladı. Görünen o ki Spotify Rogan’ın politik duruşunu da transfer sürecinde değiştirecek.
- Doğrulama platformlarını bilgi savaşındaki kurtarıcılar olarak değil, gazetecilere ve kurumlara bir destek olarak görmemiz gerektiğini tekrar hatırlatan bir yazı.
- Twitter trending algoritmasında biraz ince ayar yaptı.
Haftanın odağı: Gazeteciler siyasetin aracı olursa
Gazetecilerin ve basının özellikle uluslararası siyasi mücadelelerin bir parçası ve hatta devletler tarafından kullanılan araçları hâline gelmesi maalesef giderek daha sık tanık olduğumuz ve büyük sorunlara neden olan bir mesele. Yakın zamanda buna dair birçok örneğe tanık olduk.
Özellikle devletlerin gazetecilere bu şekilde yaklaşması medyanın kendisini içinde bulduğu krizin temel sebeplerinden birisi. Gazeteciler ve medya kurumları birer politik aktör/araç olarak görülmeye ve o şekilde muamele edilmeye başladığında bunun topluma ve hayatımıza birçok farklı yansıması olabiliyor. Belarus’ta iktidara karşı protestolar başladığında veya Çin Hong Kong’a daha sert müdahale etmeye karar verdiğinde ilk etkilenen ve susturulanlardan biri gazeteciler oluyor. Maalesef ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın her yerinde bu yaklaşım giderek yaygınlaşıyor.
Tüm bunlara bir de devlet destekli basın kuruluşlarını da bir faktör olarak eklediğimizde konu iyice karışıyor. Bu kurumların genel olarak o ülkenin politik duruşunu yansıttıkları herkesin bildiği bir gerçek ama Rusya ve Çin gibi daha uç örnekler —yani daha fazla kontrol altında olanlar— bu kurumlara herkesin şüpheyle yaklaşmasına neden oldu. Bunun üzerine Yunanistan’da AA muhabirinin kimlik bilgilerinin yayınlanması veya Voice of America’nın Trump tarafından yerleştirilen yeni başkanının “Bu kurum yabancı casusları yerleştirmek için ideal bir yer” cümlesini kurması gibi örnekler de bu sorunu çözmeye pek yardımcı olmuyor.
Tüm bunların sonucunda kendimizi kaçınılmaz olarak medya ve gazetecilerin bir politik grubun aracı olarak kabul edildiği bir ortamda buluyoruz. “Fake news”, “yalan haberler”, “sosyal medya”, “ajanlar” gibi aslında altı boş kavramlarla konuşmak kolay ama çoğu zaman bu sorunları doğuran asıl kaynakları görmezden geliyoruz. Eğer siyasi liderler ve politik gruplar gazetecilere birer araç muamelesi yapar ve buna uymayan her gazeteciyi başkasının aracı olmakla itham ederse, toplumun gazetecilik kurumuna güvenmesini beklemeye kimsenin hakkı olabilir mi?
Bu elbette gazeteciler suya sabuna dokunmasın demek değil, böyle bir şey herhangi bir insan için mümkün değil. Eğer gazeteciliğe güven konusunda daha etkili çözümler arıyorsak; bu ilişkilerin nasıl kurulduğunu, siyasetçilere gazetecilerin nasıl yaklaşması gerektiğini ve bu tarz yaklaşımların kökeninde ne olduğunu iyi anlamak ve bunların üzerinden ilerlemek gerekiyor. Yoksa hiçbir algoritma ya da teknik gelişme bunu çözemez.