NewsLabTurkey Ne Okuyor’dan Herkese Merhaba!
Bazen küresel medya gündeminde çok tartışılan ama ne kadar önemli olduğu belirsiz konular oluyor. Genellikle kısa sürede unutuldukları için bunları bültende ele almıyorum ama bu haftanın odağına aldığım “mektup tartışması” daha uzayacak gibi görünüyor.
“Ne Okuyoruz” bölümünde ise Koronavirüs’ün medya üzerindeki etkileri ağır basıyor. Ama bunların hepsi kötü haberler değil. NYT‘nin bu süreçten çıkardığı yeni projesi oldukça ilham verici.
Bu haftalık benden bu kadar. Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet A. Sabancı

Bu hafta ne okuduk?
TELEVİZYONDA YAYINLAMALIK OTORİTERLİK
ABD’de George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle başlayan protestolar her ne kadar eskisi kadar ilgi çekmese de aynı güçle devam ediyor. Şu anda protestoların merkezindeki şehir ise Portland. Burada yaşananlar giderek korkutucu bir hâle bürünürken, bir yandan Portland basını üzerinde de ciddi bir baskı kuruluyor.
Her ne kadar ABD’deki sağ basın ve Başkan Trump bu şehirlerde kaosun hakim olduğunu iddia etse de durumun böyle olmaması işini zorlaştırıyor. Bu yüzden de federal polislerin bu protestolara müdahale için gönderilmesi ve bu polislerin aşırı güç kullanımı ile çatışma ve isyan ortamı yaratması ABD basınında bir tartışma konusuna dönüştü.
Bir yandan basının neden sadece bu tarz olaylar olduğunda dikkat kesildiği tartışılırken, diğer yandan Trump yönetiminin kendi iddialarını kanıtlamak için bu koşulları yaratacak hamleler yapıyor olması yaşananlarda basının nasıl bir rol oynadığı konusunda önemli soruların sorulmaya başlamasını sağladı.
NYT BİR GDOCS DOSYASI PAYLAŞTI
Sanırım Google‘ın herkes tarafından yaptığı en iyi işlerden birisi olarak kabul edilen tek projesi Google Docs ve diğer ofis programları setidir. Microsoft Office sonrasında gelen bu büyük değişim yalnızca birçok işi kolaylaştırmakla kalmadı, oldukça yaratıcı kullanımların da önünü açtı.
New York Times ise bu yaratıcı kullanım konusunda çıtayı yeni bir zirveye taşıdı. “Notes From Our Homes to Yours” serisinde NYT editörleri gazetecilerine pandemi sürecinde yaşadıkları veya düşündükleriyle ilgili birer Google Docs dosyası oluşturmalarını istedi ve bunu bir seri olarak yayınlamaya başladı. Serinin arkasındaki öyküyü de merak ediyorsanız bu yazıya bakabilirsiniz.
Belirli kurallar ve sınırlar içerisinde yazdıklarını okumaya alıştığımız gazetecilere böyle özgür bir alan vermek ve okurla daha samimi bir ilişki kurulmasını sağlamak oldukça akıllıca. Hatta kimileri için bu gazeteciliğin ilerisine dair bir ipucu olarak bile okunabilir. Ben o kadar iddialı değilim ama yaratıcı yaklaşımların başka fikirleri de tetiklediği hepimizin bildiği bir gerçek.
Q VE MÜZİK DERGİLERİNİN KADERİ
Geçtiğimiz hafta İngiltere’de yayıncılık ve müzik gazeteciliği için en önemli gündem başlığı camiada önemli bir yere sahip olan Q dergisinin yayınına son verdiğini duyurması oldu. Dergi her ne kadar uluslararası camiada bir NME ya da Wire seviyesinde bilinir olmasa da İngiltere basınında, özellikle de müzik gazeteciliğinde önemli bir yere sahipti.
Bu haberi önemli kılan bir yanı da 1990’lar ve 2000’lerde hemen herkes için önemli bir yere sahip olan müzik dergilerinin artık eski gücüne sahip olmadığını göstermesi. İngiltere’de NME‘nin sadece dijital yayına geçmiş olması, ülkemizde müzik dergilerinin neredeyse unutulma noktasına gelmesi —hey gidi ROLL— ve artık müzikle ilgili internet dışında bir şeyler bulmanın çok zor olduğu gerçeği; sürekli adını andığımız dijital dönüşümün nasıl bir şey olduğunun en açık örneği.
KRİZ RAPORU: DAHA FAZLA KÜÇÜLME VE PSİKOLOJİK BASKI
Yine koronavirüs ile gelen krizin etkisini açıkça hissettiğimiz bir haftayı geride bıraktık. Yalnızca Guardian, BBC, Vox ve McClatchy‘de toplamda 400’ün üzerinde kişinin işten çıkarılması ve yukarıda özel olarak değindiğim Q dergisinin kapanması medyadaki ekonomik krizin önümüzdeki süreçte daha da ciddileşeceğinin işareti. Bu krizden yalnızca daha fazla para kazanarak çıkmanın mümkün olmadığını vurgulayanlar, medyanın yeniden biçimlenmesi gerekebileceğini söylüyor. Bir diğer bilinmez de yanlış bilginin yaygınlığı karşısında basının böyle güç kaybetmesinin nasıl etkileri olacağı.
Elbette krizin gazeteciler üzerindeki etkisi de giderek ağırlaşıyor. Zaten psikolojik sağlığımıza çok da faydalı olmayan bu sektörde COVID-19 ve ekonomik krizin etkileriyle durum daha da kötüleşmeye başlıyor. Bu noktada gazetecilerin çalıştığı kurumlara ve sendikalarına büyük bir görev düşüyor.
KISA KISA
- YouTube‘un reklam sisteminde yaptığı değişim Youtuberların videolarını kısaltmasına neden olabilir.
- New York Times, meşhur podcast Serial‘ın arkasındaki yapım şirketini satın aldı.
- Google Analytics‘te yapılan yeni değişiklik ziyaretçilerinin kaçının Google News üzerinden geldiğini görmenizi sağlayacak.
- Eğer İngilizce haberleri okurken hangi siteye güveneceğinize emin olamıyorsanız Iffy.news işinize yarayabilir.
- Whitney Phillips yanlış bilgi sorunu sosyal medya şirketlerine bırakılamayacak kadar ciddi bir meseledir diyor.
- Macaristan’daki en büyük bağımsız gazete olan Index‘in ekibi, yaşanan politik baskı ve müdahaleler sonucunda topluca istifa etti.
- Twitter geçtiğimiz hafta yaptığı temizlikte hedefine QAnon komplo teorisini ve destekçilerini koydu.
- Reddit‘in eski CEO’su Ellen Pao, Guardian‘a verdiği röportajda sosyal medya şirketlerinin nefretle mücadele edemeyeceğini, çünkü bunu önemsiz gördüklerini söyledi.
Haftanın odağı: ABD’deki “Mektup Meselesi”
Sanırım geçtiğimiz haftalarda ABD ve İngiltere basınında en çok konuşulan ve hâlâ da tartışılmaya devam eden konulardan birisi “mektup tartışması” oldu. Uzun zamandır süregelen bir tartışmanın zirve noktası olan bu mektup ve sonrasında yaşananlar gerçekten ilgi çekici ve uzaktan izlemesi keyifli bir ortam yarattı.
Olayı özetlemem gerekirse, geçtiğimiz haftalarda Harper’s dergisinde aralarında J.K. Rowling, Salman Rushdie, Noam Chomsky, David Brooks ve Margaret Atwood gibi isimlerin imzaladığı bir mektup yayınlandı. Mektubun gereksiz laf kalabalığını bir kenara bırakırsak özetle “cancel culture” çok tehlikeli ve bizim ifade özgürlüğümüzü tehdit ediyor, bu yüzden buna bir son vermelisiniz diyorlar.
Eğer tüm bu tartışmalara çok uzaksanız, bu isimlerin ifade özgürlüğüne dair bir mektuba imza attığını görünce devletlerin baskısından ya da basının tehdit edilmesinden bahsettiklerini düşünebilirsiniz. Fakat aksine, bunlara hiç değinmedikleri gibi örnek verdikleri hemen her olay birilerinin fikirlerinin eleştirilmesi ve her dediklerinin onaylanmamasından ibaret. Hatta kaynak göstermeden kullandıkları birçok örnek de aslında anlattıkları gibi gerçekleşmedi.
Ardından bu mektuba birçok eleştiri yazıldı. Eleştirilerin büyük bir kısmı, mektubun aksine, kaynaklar göstererek neden mektubun özünde dürüst bir ifade özgürlüğü savunusu olmadığını gösterdi. Gerçi bunun için çok fazla kaynağa da gerek yok. Daha imzacılar davet edilirken kendilerinin başkalarını dışlaması, eleştiriler yüzünden zor duruma düşeceğini söyleyenlerin işlerini bırakıp kendi yayınlarını kurmaya karar vermesi ve Rowling‘in transfobik açıklamalarını eleştiren bir çocuk yayınını kapanmaya mecbur bırakacak bir dava tehdidiyle özür dilemeye zorlaması, işin aslını görmek için yeterli.
Peki işin aslı nedir? Mektupta ve imzacıların zihninde ifade özgürlüğü genel bir prensibi ya da insan hakkını değil, sahip oldukları dokunulmazlığı ve imtiyazları temsil ediyor. Yazar, köşe yazarı ve aydın isimlerin gündemi belirleme ve fikirlerinin bir dokunulmazlık zırhının arkasında olması hâli internet ile tehlikeye girdi. Artık insanlar yanlış fikirlerin eleştirilmesi gerektiğini ve kimsenin bu noktada ayrıcalığı olmadığını düşünüyor. Bu da bahsi geçen mektuba imza atan isimlerin şaşaalı günlerini kaybetmemek için çabalamasına neden oluyor. Yoksa hiçbirinin kariyerlerinin sona erip aç kalması ya da birileri yazdıklarını eleştirdi diye hapse girmesi söz konusu değil.
Tüm bunlar bir paradigma dönüşümü sürecinde olmamızdan kaynaklanıyor ve özellikle bir şekilde güç sahibi olan insanların bu dönüşüm sürecinde güçlerinin tehdit edildiğini hissettiklerinde savunmaya geçmesi doğal. Bu bir devlet de olabilir, bir grup yazar da. Her ne kadar bu dönüşüme başka isimler takarak onu bastırmaya çalışsanız da er ya da geç o dönüşüm bir şekilde tamamlanacaktır.