Uzun süredir gazetecilik endüstrisinin finansal krizinden bahsediyoruz. Dünyanın içinden geçtiği kutuplaşma krizi ve hızlı teknolojik dönüşüm gazeteleri olumsuz yönde etkiledi. Gazetecileri büyük bir güvencesizlik krizine itti. Koronavirüs krizi ise tüm diğer endüstrileri olduğu gibi gazetecilik endüstrisini de derinden etkiledi. Zaten politik ve teknolojik gelişmeler karşısında kırılgan olan endüstri, salgının oluşturduğu dalgayı kolay kolay atlatacak gibi görünmüyor.
Hem Türkiye’de hem de dünyanın farklı ülkelerinde krizin etkilerini ve medya kuruluşlarının krizle nasıl mücadele ettiklerini ele almak bu nedenle önemli. Özellikle de dünyada gazeteciliğe ve gazetelere olan güvenin böylesine azaldığı, hatta bazı coğrafyalarda pandemi döneminde güvenin iyice azaldığı bu ortamda gazetelerin var oluşsal bir krizde olduğunu söylemek mümkünken, sorunları belirlemek ve olası çözümlere odaklanmak şart. Zira bu kriz zamanında fırsat yaratıp okurlarını daha iyi tanıyanlar da var.
Bu yüzden The Guardian, Washington Post, Financial Times, Türkiye’deki kimi azınlık gazeteleri ve ABD’deki yerel gazetelerin tecrübelerini derleyerek olana bitene bakmakta fayda var.
The Guardian gelirde 20 milyon sterlinlik azalma bekliyor
Son yıllarda finansal sürdürülebilirlik ve başarı bağlamında parmakla gösterilen örneklerden biri olan The Guardian Medya Grubu geçtiğimiz günlerde pandeminin mali etkisiyle başa çıkacak yeni tedbirler duyurdu. Gelirlerin önümüzdeki altı ay içinde 20 milyon sterlin azalmasını beklediğini açıkladı. Grup, gelirlerdeki bu daralmanın, mart ayının başında yaptıkları 10 milyon sterlin değerindeki harcama planındaki kesintiye rağmen gerçekleşeceğini kaydetti.
The Guardian Medya Grubu’nun yaşadığı bu durum, özellikle de grubun ABD’deki politik iklim ve Brexit gibi gelişmelerden sonra trafik ve satışları artan The Guardian, The Observer gibi ürünlerinin başarılarının ardından beklenen bir şey değildi. Hatta, siyasal iklim şu güne dek grubun satış ve abonelik oranlarının artmasına neden olacak şekilde ilerliyor demek bile mümkündü. Bir sürdürülebilir finansal model ve iş pratiği olarak The Guardian’ın modeli, büyük salgın karşısında şimdilik yenilgiye uğramış gibi görünüyor.
Tabii ki gelirlerdeki erime öyle bir anda suyun yüzüne çıkıvermiyor. The Guardian’ın Genel Yayın Yönetmeni Kath Viner ve grubun Genel Müdürü Annette Thomas geçtiğimiz günlerde personele gönderilen bir e-postada, grubun İngiltere’deki reklam gelirlerinin Koronavirüs nedeniyle büyük bir darbe aldığını söylemiş. Buna bağlı olarak da reklam komisyonları ile ilgili de sert denebilecek kimi düzenlemeler yapılmış. Şirketlerin olası kötü durumlarla ilgili çalışanlarını uyarması pek de alışılmadık bir şey değil. Bunun son zamanların başarılı aktörlerinden birinde olması ise düşündürücü.
Financial Times ve Washington Post veri gazeteciliğine ilgiyi yeniden keşfetti
Daha önce NewsLabTurkey’de yayınladığımız bir çeviride salgın döneminde haber sitelerine giriş sayılarında artış olduğu, salgının bu açıdan sitelere iyi geldiği söyleniyordu. Hatta PressGazette’de yer alan bir habere göre BBC, The New York Times, CNBC, CNN ve The Guardian gibi kuruluşlar küresel bazda trafik rekorları kırmıştı. Elbette iyi trafik her zaman abonelik ve kazanç anlamına gelmiyor.
Süreçten trafik dışında şeyler de kazanan örneklere gelelim. Farklı ülkelerde Covid-19’dan kaynaklanan günlük ölüm sayısını gösteren FT’nin Koronavirüs takip sayfası, haber web sitesinin tüm zamanların en çok görüntülenen makalesi olmuş. Sayfada toplamda en fazla on grafik bulunuyor ve küçük bir ekip pandemi süresince bu grafikleri güncelliyor.
Washington Post’taysa, fiziksel mesafenin Covid-19’un yayılmasını nasıl yavaşlatabileceğini göstermek için zıplayan topların grafiklerinden oluşan bir makale, şimdiye kadarki en çok okunan çevrim içi hikâye haline gelmiş.
Post, makaleyi 18 dilde yayınlamış ve çevrim içi ödeme duvarının dışına koymuş, bu da okurunu artırmaya ve araştırmayı yaymaya yardımcı olmuş.
Bu iki yayın da elbette krizin etkilerini yaşıyor. Yine de ürettikleri farklı türlerdeki içeriklerle abone sayılarını artırmanın ve bir şekilde bu dönemden alacakları zararı azaltmanın yolunu buluyor gibi görünüyor.
Türkiye’nin azınlık gazeteleri risk altında
Krizin etkilerini derin bir şekilde yaşayan kurumlar için illa ki uzaklara bakmaya gerek yok. Zira değil altı ay sonrasını, bir hafta sonrasını bile garanti edemeyen kurumlar Türkiye’de sayıca epey fazla. Agos’ta geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir haber Agos, Marmara, Apoyevmatini, Şalom ve Jamanak gibi gazetelerin krizle mücadelelerini ele alıyordu.
Haberin en dikkat çekici kısmı kurumların yöneticilerinin belirsizlik karşısındaki umutsuzluklarıydı. Birçoğunun en önemli gelir kapısı basılı yayın satışı ve basılı yayına ilanlar olan bu gazetelerin ortak derdi, mecburi dijitalleşme sonrası reklam gelirlerinin kesilmesi. Aslen, azınlık topluluklarının gazeteleri olarak tanımlanabilecek gazetelerin sahiplerinin ortak beklentilerinden biri dijital alanda da ilanların reklamverenler tarafından verilmeye devam edilmesi. Tabii ki bazı gazetelerin reklamlarının büyük çoğunluğunun etkinlik reklamı olması ve salgın nedeniyle etkinliklere ara verilmiş olması da işi daha bulanık ve zor hâle getiriyor.
Bu tür gazeteler bu dönemde kitle fonlaması gibi geçici çözümler geliştirebilir ya da reklam departmanları aracılığıyla reklamların dijitale kayışı sağlanabilir; fakat dijital ve basılıyı eş zamanlı olarak kapsayan abonelik modelleri bu aşamada kısa vadede kurtarıcı olabilir gibi görünüyor. Elbette okurların yaş ortalamaları gibi birçok detay bu işi olduğundan daha zor hâle getiriyor. Ama bu bir yandan da zamana karşı bu gazetelerin var olmak için bir strateji geliştirmeleri gerektiğinin de altını çizmiş oluyor.
ABD’de kriz: Reklam pazarı çökerken öfkenin hedefi sosyal platformlar
Her ne kadar Washington Post’ta işler veri gazeteciliği bağlamında iyi gitse de arkasında Amazon’un patronu olmayan ABD’li yayınlar için işlerin pek iyi olduğu söylenemez.
ABD’deki birçok yayıncı geçtiğimiz günlerde Koronavirüs’ün ortaya çıkardığı kriz ortamına karşı Trump Hükümeti’nden yardım istedi. Örneğin, Amerikan Haber Medyası Birliği’nden David Chavern mevcut durumla ilgili şunları söylüyor: “Sanırım bu kriz geliştikçe, hem federal hükümetten hem de teknoloji platformlarından maddi ve iş süreçlerine dair yardım almazsak, yerel yayıncıların kesinlikle piyasadan kaybolduğunu görmeye başlayacaksınız. Aylar, belki haftalar içinde.”
Bu oldukça karanlık bir tablo gibi görünebilir. Yine Chavern’in şu ifadeleri ise dijitale kayan trafiğin ve kitlenin çare olmadığını gösteriyor: “Birçok yayıncı çevrim içi trafik ve dijital aboneliklerde artış görse de, buradan gelen gelir hiçbir şekilde reklam gelirindeki keskin kayıpları karşılamadı.”
Peki ABD’deki yayıncılar ne istiyor? Onlar federal hükümete sesleniyor ve sektörel desteğin etkinleştirilmesini istiyorlar. Seçim dönemindeki ABD’de aslen bu stratejik bir baskı da oluşturabileceğinden sonuç almaları da mümkün. Yine de Trump’ın medyayla süregelen ilişkileri düşünüldüğünde pek de olumlu bir tablo oluşacağını garanti edemeyiz.
ABD’deki bu tablo, özellikle de yerel ve ulusal yayıncıların dijital gelir kaynaklarının başını tutan büyük sosyal platformlarla mücadelesini gündeme getiriyor. Aralarında Gazeteciliği Kurtar isimli platformun da olduğu farklı kanallar üzerinden süren platformların gelirlerin önemli kısmına el koyduğu ve reklam ve yayıncılık piyasasının kurallarını haksız bir şekilde belirlediğini kaydeden kampanyalar bu süreçte popülerlik kazanmış durumda. Bu aslında, gazeteler açısından platformların yarattığı tehdidin gündeme tekrar gelmesi bakımından, en azından bu yola baş koymuş gazeteciler ve gazetecilik örgütleri için bir avantaj olabilir.
ABD’deki yayıncılar muhatap olarak federal hükümet ve platformları alırken, platform denince akla gelen ilk kurum olan Facebook da tabii ki boş durmuyor. Platform 100 milyon dolarlık bir hibe programını hayata geçirdiğini duyurdu. Bu programın ortaya çıkması neticesinde bazı haber odaları ödeme duvarlarının arkasında bıraktıkları Koronavirüs haberlerini kamuya açtı. Bazıları e-bülten ve benzeri ek ürünlerle meseleyi ele almaya başladı.
Medya Koronavirüs’ten sağ çıkabilecek mi?
Peki medya Koronavirüs’ten sağ çıkabilecek mi? Bu soru belki de yukarıda incelediğimiz farklı örnekler etrafında sorulabilecek en yakıcı soru. Bu sorunun yanıtı, Koronavirüs’ten önceki sürdürülebilir finans modellerinin sağlığıyla paralellik gösteriyor. Aralarında The Guardian, The Washington Post gibi yayınların olduğu bir grup yakın dönemde elde ettikleri abonelik kültürü, sosyal ve maddi birikimleriyle muhtemelen Koronavirüs sürecinden kısa vadede yara alsalar da pazardaki paylarını büyüterek çıkacaklardır. Elbette pazardaki payın büyümesi, küresel bir finansal kriz yaşanması beklenirken finansal bir büyüme anlamına gelmiyor. Yalnızca yüzdelik olarak daralan bir pazardaki varlıklarını güçlendireceklerini söylüyoruz. Peki onlar yükselirken, kim düşecek?
ABD’de yapılan araştırmalar Koronavirüs döneminde yerel yerine ulusal medyaya yönelik tüketimde artma olduğunu gösteriyor. Bu hem Koronavirüs gibi karmaşık bir konuyu ele alma ve uzmanlara erişip bunu efektif biçimde anlatma birikiminin en fazla ulusal ve büyük haber odalarında olmasının hem de medyanın güvenilirlik krizi içerisinde büyük yayınların yine de daha fazla tercih ediliyor olmasının sonucu diyebiliriz. Yani yerel medya hem krizin küresel ve ulusal boyutları hem haber yapma konusundaki kaynaklarının kısıtlılığı gereği hem de yerel reklamverenlerin finansal gücünün de az olması gereği, bu konuda daha dezavantajlı demek mümkün.
Bu süreçte sanıyorum ki en büyük şansa sahip olan platformların başında doğrulama girişimleri ve platformları geliyor. Elbette, iyi bir gazetecilik pratiği olmadığı, hatta gazetecilik pratiklerinin öldüğü ortamda platformların ve sivil toplumun kaynaklarını inatla buraya akıtması çok akılcı değil ve kısa vadeli bir çözüm. Ne var ki, kaynakların ilk aşamada infodemi diye anabileceğimiz yanlış bilgi salgınına karşı bu kuruluşlara akması çok da şaşırtıcı değil. Bu kuruluşların krizden daha canlı ve finansal olarak güçlü çıkmaları olası.
Türkiye’deki basılı gazetelerin krizi çoktan farklı platformlara yansıdı. Örneğin Sözcü’nün Ekrem İmamoğlu’na özel hafta sonu eki çıkarması gibi hamleler düşen tirajlar karşısında alınan önlemlere örnekti. Tabii Türkiye’de Sözcü gibi reel tiraja bağlı olan çok az sayıda gazete kaldı. Bu meselenin finansal olarak sektöre yansıması muhtemelen 2019’da olduğu üzere 2020’de de çok sayıda gazetenin özellikle dövizin de arttığı bu dönemde kâğıt fiyatları ve benzeri nedenlerle kapanacağını gösteriyor. Yani geçen yıl yerel yönetimlerde yaşanan dönüşümle yapay talebin yok olması sonucu ortadan kalkan gazetelere, bu sene finansal ve sosyal kriz nedeniyle yok olan gazeteler eklenebilir.