Türkiye’nin ilk kadın genel yayın yönetmeni Nurcan Akad’ın bir röportajında söylediği cümle çok vurucuydu: “Yazı işleri müdürü olduğumda, erkeklerin olduğu toplantı masasında 15 dakika ben yokmuşum gibi davrandılar, hatta ayakta bekledim.” Nurcan Akad burada yıllarca birlikte haber peşinde koşturduğu, belki beraber öğle yemekleri yediği, şakalaştığı belki de sorunlarına çözüm bulduğu erkek meslektaşlarından bahsediyordu.
Eğer Türkiye’de işsiz bir kadın gazeteciyseniz sıklıkla “Erkek muhabir arıyoruz,” “Erkek editör alacağız,” gibi cümlelerle karşılaşabiliyorsunuz. Örneğin bir iş görüşmesine gittiğinizde hiçbir erkeğe “Çocuklarınıza kim bakıyor?” diye bir soru yöneltildiğini duymuş musunuzdur? Hiç sanmıyorum. Ama kadınların karşısına bu soruyla çıkıp, gözlük üstünden bakarak yanıt bekleyenler olabiliyor. Üniversite eğitimini aynı sınıfta aldığınız ve mesleki olarak da aynı tecrübeye sahip olduğunuz erkek meslektaşınızın transfer haberlerini okurken, sizin bu tarz sorulara maruz kalıyor oluşunuzda bir adalet var mı? Ya da Nurcan Akad’a o masada tavır yapan erkek meslektaşlarının, onu bu durumla mücadele etmek zorunda bırakmaya hakları var mı?
İşte bu sorular kafaları kurcalarken medyada kadının yerini düşünmeden edemiyoruz. Özellikle de emekçi kadınlara bahşedilen bugünde.
Ahu Özyurt çeyrek asırdan fazla süredir mesleğini sürdüren deneyimli bir gazeteci. Yıllarca hem görsel hem de yazılı medyada muhabir, editör, temsilci ve spiker gibi görevlerde bulunduktan sonra, kadınlara özel içerikleriyle yayın hayatına başlayan Woman TV’nin genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturdu. Peki o, bunca senedir ne gibi zorluklarla mücadele etmek zorunda kaldı
Ekrana çıkmıyorsanız yöneticiniz sizi dikkate almıyor
En büyük mücadelesini işini iyi yapmak için verdiğini söyleyen Ahu Özyurt, televizyon kanallarında ekran yüzü değilseniz ne gibi zorluklarla karşılaşabileceğinizi anlatıyor: “Ben meslekten 2 kere atıldım. Birincisi hiç anlamadığım bir sebeple Habertürk’ten Ciner grubu zamanında, ikincisi de Demirören Doğan’ı satın aldığında CNN Türk’ten atılmam oldu. Onun dışında hep içeride mücadele verdik. Bu mücadelede daha enteresan dinamikler ortaya çıkıyor. İstediğiniz haberi yayına sokturmak, özel bir haber için sahaya çıkmak, ekrana çıkmak ya da çıkmamak, haber sunmak ya da sunmamak. Bu tip mücadeleler verdik. En az çaba harcadığım ekrana çıkmak meselesidir. Bana bir dönem ekrana çıkamayacağım söylendiğinde ‘İyi, tamam o zaman, ben de işimi yaparım,’ dedim. Ama esas enteresan olan, ekrana çıkmadığınız zaman üstünüzdeki erkek yöneticiler tarafından editör olarak da çok kale alınmadığınızı fark etmek. Nurcan Akad’ın çarpıcı bir cümlesi var: ‘Yönetici olduğum hâlde toplantıda dinlenmediğimi hissettim.’ Bunu ben yönetici olarak hiç yaşamadım ama editör olduğum zaman hissettim. Masadaki en kıdemli editörüm, Washington’dan gelmişim, bir tecrübem var, ama dinlenmediğimi hissettiğim anlar oluyordu. Enteresan bir şekilde televizyon dünyasında ekrana çıkmadığınız zaman yöneticiniz sizi dinlemek zorunda hissetmiyor. Televizyon dünyasının yüzeyselliğinden ve görselliğinden kaynaklanıyor bu. İzleyici de sizi görünüyorsanız seviyor, yönetici de sizi görünüyorsanız daha çok kale alıyor.”
Son 3-4 yıldır editoryal kadrolarda erkek sayısının arttığını görüyoruz
Türkiye’de kadın habercilerin çalışma koşullarıyla ilgili TÜBİTAK destekli bir proje yürüten Prof. Dr. Çiler Dursun medyada görev yapan haberci kadınların sayısında azalma olduğu ve muhabir, editör kadrolarının yavaş yavaş erkeklerle doldurulmaya çalışıldığı yönünde bir noktaya vurgu yapıyor: “Habercilik sektöründe herhangi bir alanda çalışan medya profesyonellerinin kadını, erkeği ya da cinsiyet ayrımı olmaz. Olmaması gerekir. Ama bu cinsiyet ayrımına dayalı olan söylemin son dönemde böyle güçlü bir biçimde dile getiriliyor olmasının geri planını sorgulamak gerekiyor. Bundan 10-15 yıl önce sektör içerisinde haberciliğin kendisinin daha eril bir faaliyet alanı olduğuna dair bir algı yoktu. Şimdi hem öyle bir algı yerleşik hâle geliyor hem de bu algıdan hareketle sektör daha eril bir biçimde şekillendirilmeye çalışılıyor. Bunu nereden anlıyoruz? Gazetelerde, haber kanallarında, televizyon ofislerinde işten çıkarmalar söz konusu olduğu zaman kadın habercilerin, gazetecilerin işlerine daha kolaylıkla son verildiğini görüyoruz. Yani bu yapının içinde erkek gazeteciler ve haber yöneticileri daha güç vazgeçilen konumunda. Öyle olmaya yön tuttuğu için de artık ‘Kadın gazeteci yerine erkek gazeteci tercih ederiz’ gibi aslında çok ayıp, çok hakkaniyetsiz ve uzmanlıkta yeri olmayan olgusal bir anlayışı yerleştirmeye çalışıyorlar.”
Ahu Özyurt da, “Geçmişte erkek yöneticiler önümü daha çok açmışlardır. Çok da zorlamışlardır ama. Öyle çok merhametli, yumuşak, pamuklara sarmamışlardır. Rahmetli Ufuk Güldemir’den beri hep sert ve işini çok iyi yapan müdürlerle çalıştım. Tıpkı şu an Ali Güven’le olduğu gibi. Hep beni zorlu işlere gönderirlerdi ve hep o gönderdikleri işlerde çok başarılı olmuştum. Onun için Ferhat Boratav, Ali Güven, Ufuk Güldemir’in hakkını ödeyemem. Bizim dönemimizde çok özgürlükçü ve kadın muhabirleri tercih eden onları rekabet ettiren iyi patronlarla çalıştık. Ama bu dönemdeki trendin erkek yöneticilerin lehine çalıştığını ve erkek yöneticilerin de kadın muhabir ya da editör değil, erkek çalışan alma eğiliminde olduğuna ben şahit oldum daha önce. Sebebini bilmiyorum. Çünkü hiç alınan erkek muhabir ya da editörlerde kadınlara göre bir üstünlük ya da perspektif büyütme göremedim. Erkek yöneticilerin ‘Kadın muhabiri geceleri yangın haberine yollayamıyorum’ tarzında bahaneleri olabiliyor. Peki denediniz mi? CNN Türk’te muhabirlik yapan Fulya Öztürk, kurgudan yetişti. Şimdi en başarılı muhabirlerden bir tanesi. Fulya’ya ‘Şuraya gideceksin’ dediğimde bir kere bile ‘Hayır’ dediğini görmedim. Erkek muhabiri de ağlasanız, yırtınsanız yataktan çıkartamayabilirsiniz, telefonunu açmayabilir. Bu çok yanlış, ama erkek yöneticilerin son 3-4 yıldır bunu zorladığını görüyoruz. Özellikle editoryal kadroda erkek çalışan sayısını artırdıklarını görebiliyoruz. Ekrana çıkan kadın muhabir sayısının azaldığını görüyoruz. Kızlar da artık pek muhabir olmak istemiyor,” diye ekliyor.
Anlatıyla sektörün kendi işleyişi arasındaki uyumluluk arayışından dolayı kadınlar dışarıda bırakılmaya çalışılıyor
Prof. Dr. Çiler Dursun, kadınların habere perspektif katma, genişletme ve izleyiciyi daha çok sorgulamaya yönlendiren içerikler üretmeye daha yatkın olduklarını dile getiriyor ve şöyle devam ediyor: “Çatışmaları göstermek başka bir şey, bu çatışmaların nasıl üstesinden gelinebileceğini anlatmak başka bir şey. Kadınlar buna biraz daha yatkın. Alanda yapılan çalışmalarda da bu ortaya çıkıyor. Merhamet duyduklarından ya da duyarlı yapılarından kaynaklanan bir durum da değil bu. Farklı bir bakış açısı, daha genişletilmiş, daha farklı aktörleri o alana çağırabilen, çoğulcu bir bakış açısının kadın habercilerin anlatımlarına yedirmeleri söz konusu. Erkek habercilerin iş yapma tarzından biraz farklılık gösteriyor. Anlatıyla sektörün kendi işleyişi arasındaki uyumluluk arayışından dolayı kadınlar dışarıda bırakılmaya çalışılıyor. Çünkü kadınlar işin içine dahil olduğu ölçüde o anlatının yapısı da değişecek. Yani daha fazla insanların hikâyelerini, öykülerini, farklı yönlerini gösteren bir sonuç ortaya çıkacak. Haber bütünüyle kuru bir anlatı olmaktan çıkacak. Daha canlı ve daha organik bir anlatıya dönüşecek. Gerçekçiliğe daha yaklaşacak ve okurların ya da izleyenlerin daha çok sorgulamalarına sebep olacak sonuçlar ortaya çıkartacak.”
Kadın gazeteciler politik baskıyla karşı karşıya kalmak istemiyorlar
Prof. Dr. Çiler Dursun’un araştırmasına katılan kadın gazetecilerin yüzde 70’e yakını toplumsal cinsiyet rollerinin yanı sıra, olabilecek herhangi bir politik baskıyla karşı karşıya kalmak istemediklerinden dolayı yönetici olmak istemiyorlar: “Kadınlar kendi hayatlarında fazladan bir gerginlik yaşamak istemedikleri için yönetici olmayı istemiyorlar. Muhabir olarak çalıştıkları zaman daha rahatlar. Bir kere istedikleri konuları haberleştirme şansları var. Bunu haber yöneticisi ister yayınlasın ister yayınlamasın. Muhabir her gün bir şey üretiyor ve bununla mesleki doyumu sağlıyor. Ama politik baskıları göğüslemeyi istemiyorlar. Kadınlar gerçeklik alanını dile getirmeye daha bağlılar.”
Bir yönetici olan Ahu Özyurt ise konuyu şöyle değerlendiriyor: “İtiraf ediyorum, bazen karar veren insan olmak, hayır demek ve hayır deyince kötü insan konumuna düşmek karakterime çok uygun gelmiyor. Genç arkadaşlara bunu yapamazsınız demek, istedikleri şeye biraz çizgi çekmek beni zorlayan bir şey. Ama bu kadın yönetici olmakla mı ilgili yoksa karakterimle mi ilgili daha onu test ediyorum. Hocanın araştırması şu açıdan önemli, anne olan bir çok meslektaşım bir noktada o yırtıcı kavganın içinde kalmak istemiyor. Çünkü o hem kendilerine zarar veriyor hem ailelerine yeterince vakit ayıramıyorlar. Mücadele verdiğiniz şey için, harcadığınız zaman, ailenizden çaldığınız zamana değmiyor. Bu ülkede bu kadar kariyer hırsıyla yukarıya tırmanma yırtıcılığının, bir kadın olarak da anne olarak da size bir faydası bir noktada olmuyor. O noktaya çıktığınızda iyi projelere imza attırıyorsanız, iyi fikirleri destekleyebiliyorsanız ancak o zaman tatmin olabiliyorsunuz.”