Bu haftanın anahtar kelimeleri: ScarJo, Jonathan Haidt, New Yorker, deepfake.
Bir günah keçisi olarak internet

n okuyoruz| Bültenden Herkese Merhaba!
İnterneti canımızı sıkan her şeyin sorumlusu ilan etmek artık bir alışkanlık hâline gelmiş durumda. Bu haftanın odağında da bu sorunu ele almaya ve insanların interneti günah keçisi ilan etmesinin arkasında yatan motivasyonları yazmaya karar verdim.
“Ne Okuduk” bölümünde ise OpenAI’ın suya düşen Her hayali, ölü linklerin sayısındaki artış ve daha fazlası var.
Görüş, yorum ve önerilerinizi her zaman bekliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
—Ahmet Alphan Sabancı

Bu hafta ne okuduk?
OpenAI’ın ScarJo Krizi
Geçtiğimiz haftanın odak konusu olarak ele aldığım GPT-4o modeli, bizzat Sam Altman dahil olmak üzere birçok kişi tarafından Her filmiyle ilişkilendirilmişti. Ancak bu benzerliği bir pazarlama taktiği olarak düşünen OpenAI, kendisini bir krizin ortasında buldu.
Her filminin başrolündeki yapay zekânın sesi olan Scarlet Johansson, yaptığı açıklama ile Sam Altman’ın iki kez ChatGPT için sesini lisanslama teklifiyle geldiğini, ilkini reddettiklerini ama ikincisine cevap bile veremeden GPT-4o modelinin yayınlandığını söyledi. Çevresinde birçok kişinin Johansson’a yapay zekânın sesini onun sesi zannettiklerini söylediğini belirtti, şirketin bu sesi nasıl oluşturduğu ve kimin sesini kullandıkları konusunda şeffaf olmasını istediklerini de ekledi. OpenAI yayınladığı blog postuyla bunun bir yanlış anlaşılma olduğunu ve Sky ismini verdikleri sesi başka bir aktörün sesiyle ürettiklerini söyledi. Ancak buna rağmen Sky isimli sesi de uygulamadan kaldırdılar.
Bu krizde bana kalırsa iki büyük sorun var. İlki OpenAI ve diğer YZ şirketlerinin şu anki popülerliklerinden gelen gücü de arkalarına alarak istedikleri her şeyi yapabileceklerini sanmaları. Bunun sebep olduğu daha birçok krizi ve skandalı önümüzdeki dönemde görmeye devam edeceğiz. İkinci sorun ise Sam Altman’ın gururla ürettikleri teknoloji için ilham aldıklarını ve hedef olarak gördüklerini söylediği filmin aslında aşırı distopik bir hikâye olması. Filmin hikâyesini anlayan aklı başında hiç kimsenin böyle bir geleceği gerçekleştirmeyi hedeflememesi lazım.
Propaganda Aracı Olarak YZ Spikerler
Mayıs ayının başlarında Ukrayna dışişleri bakanlığının resmi açıklamaları için YZ ile üretilmiş bir sözcü kullanmaya başlayacağını duyurması gündemde kendisine yer bulmuştu. Ancak haberi okuyan çoğu kişi bunun üzerine çok düşünmeden geçti.
Oysa Ukrayna’dan gelen bu haber aslında YZ ile siyaset arasındaki ilişkideki yeni bir dinamiğin görece masum sayılabilecek örneklerinden birisi. Masum dememin sebebi ise aynı teknolojinin dünyanın farklı yerlerinde çok daha farklı amaçlar için kullanılıyor olması. Microsoft Threat Analysis Center, Çin’in deepfake spikerler dahil olmak üzere birçok taktikle önce Tayvan seçimlerini, şimdi de ABD seçimlerini hedeflediğini söylüyor. Geçtiğimiz şubat ayında İranlı hackerlar BAE’deki TV streaming servislerini hackleyip bir YZ muhabirin okuduğu haberleri yayınlamıştı.
İşin daha kritik kısmı ise teknolojinin yaygınlaşması ve kullanımının kolaylaşmasıyla birlikte bu taktiği herkesin kullanabiliyor olması. Hafta içerisinde Washington Post tarafından yayınlanan haber, IŞİD’in bile propaganda videolarını YZ muhabirler ile yapmaya başladığını gösteriyor. Bakalım yapay zekâ önümüzdeki günlerde propaganda savaşlarına başka neler kazandıracak.
Sitenizdeki Linklerin Ne Kadarı Yaşıyor?
İnternetin hayatımıza girdiği dönemden bu yana en yaygın inançlardan birisi internetteki hiçbir şeyin kaybolmayacağı. Ama gerçekte durumun böyle olmadığını üç yıl önce yazmıştım. 2021’den bu yana durum daha da kötüye gidiyor.
Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırma, 2013–2023 arasında aktif olan websitelerin dörtte birinin şu anda erişilemez durumda olduğunu gösteriyor. 2013’te erişilebilen sitelerde bu oran yüzde 38’e çıkıyor. Bununla birlikte çalışma, aynı zamanda haber sitelerindeki sayfaların yüzde 23’ünde en az bir tane artık erişilemeyen link olduğunu bulmuş. Yani haberlerin kaynakları da kayboluyor.
Çalışma, sosyal medyada da benzer bir durumun yaşandığını gösteriyor. Haberlerde sıkça kaynak olarak kullanılan tweetlerin yüzde 18’i aylar içerisinde erişilemez hâle geliyor. İlginç bir detay: Eğer tweetler Türkçeyse bu kaybolma oranı yüzde 49’a çıkıyor. Bu da araştırmada Türkçeyi en çok paylaşımın kaybolduğu dil yapıyor.
The New Yorker’ın “Az ve Öz” Taktiği
Medyanın internetle birlikte düştüğü en büyük yanılgılardan birisi sürekli daha fazla şey yapmaya çalışmanın iyi bir strateji olduğu. Her alana girmek, her gün onlarca şey yayınlamak veya buna benzer taktiklerle verileri büyüttükçe her şeyin iyiye gideceğini sanmak hâlâ çok yaygın.
Gerçekten başarılı olan stratejilere veya yayınlara baktığımızda ise bunun tam tersini görüyoruz. Bunun son örneği de The New Yorker dergisi. Bülten stratejisini değiştirerek 1.2 milyon ücretli aboneyi ve bunun çok üstünde okuru kazanan ve koruyan derginin yaptığı temel değişiklik daha az bülten yayınlamak. Yayınladığı bülten sayısını azaltan ve bunların kalitesini artırmaya odaklanan dergi, bu yaklaşımın işe yaradığını söylüyor. Bültenlerin kalitesini ve cazibesini artırmak için başvurdukları yollardan birisi de sitede yayınlanacak yazıların bazılarını ücretli bülten abonelerine önceden göndermek.
Kısa Kısa
📩 Artık Bluesky’da da DM göndermek mümkün.
🔎 Eğer Google’da eskisi gibi sadece internet araması yapmak istiyorsanız bu linki kullanabilirsiniz.
🇺🇸 Julian Assange ABD’ye iade edilmesi kararına itiraz hakkı kazandı.
🇮🇱 İsrail geçtiğimiz hafta içerisinde kısa süreliğine de olsa Associated Press gazetecilerinin ekipmanlarına el koyup işlerini yapmasını engelledi.
💰 OpenAI ile içerik lisanslama anlaşması yapan kurumlar listesine The Wall Street Journal ve The Times gibi birçok gazetenin sahibi olan News Corp da dahil oldu.
🇺🇸 Google, Kaliforniya eyaletindeki “link vergisi” teklifinin yasalaşması durumunda Google News Initiative’in ABD’deki bütçesini tamamen kesmek “zorunda kalacağını” söylüyor.
🤝 The New Yorker’ın yıldız yazarlarından Masha Gessen The New York Times ekibine katılıyor.

Haftanın odağı: Bir günah keçisi olarak internet
Yeni teknolojilerin genellikle toplumsal konularda birer korku malzemesi hâline getirilmesi ve birçok şeyin suçlusu ilan edilmesi uzun yıllardır hayatımızda olan bir fenomen. 1890’larda bisiklet sürmenin insanları —özellikle de kadınları— deliliğe ittiği iddia ediliyordu. 1850’lerde ise satrancın, oynayanları deliliğe ve hatta intihara sürüklediği düşünülüyordu.
Günümüzde ise ideal günah keçisi genellikle internet (ve bilgisayar oyunları). Çocuklardan seçimlere, sosyal hayattan gazeteciliğin durumuna kadar her konuda interneti veya onunla alakalı diğer teknolojileri suçlamak ve işin içerisinden çıkmak en kolay seçenek. Bu tartışmalarda interneti ortaya attıktan sonra daha derine inmenize ya da sorunun çözümüyle ilgili daha kapsamlı düşünmenize gerek kalmıyor.
Geçtiğimiz ay Jonathan Haidt’in yeni kitabı The Anxious Generation ile çocukların ve gençlerin yaşadığı bütün sorunların suçunu internete ve sosyal medyaya atmak tekrar moda hâline geldi. Her ne kadar kitap bu argümanıyla bolca ilgi görse de kitabın argümanını desteklemek için kullandığı verilere baktığımızda altının fazlasıyla boş olduğu hızla ortaya çıkıyor. Haidt’in çözüm olarak sunduğu öneriler ise hem işe yaramadığını geçmiş tecrübelerden gördüğümüz fikirleri hem de çocuklara ve geri kalan herkese zarar verecek türden düzenlemeleri içeriyor.
Konu interneti günah keçisi ilan ettiğimiz bir ahlaki panik ortamı olduğunda bunların hiçbirini düşünmeye gerek kalmıyor. Çünkü bu tür tartışmalar akıl ve veri yerine duygulara odaklanıyor. O yüzden böyle tartışmalarda bütün interneti filtrelemeyi de herkesin internete kimlikle girmesini de önerebilirsiniz.
Fakat bir günah keçisi peşinden koşmak yerine olan biteni anlamaya ve sorunları gerçekten çözmeye odaklandığınızda karşınıza bambaşka bir senaryo çıkıyor. Gerçekten özenli bir şekilde yapılan araştırmalar sosyal medyanın çocukların internet dışı arkadaşlık ilişkilerini daha da güçlendirdiğini, internet kullanımının insanların genel olarak daha iyi hissetmelerini sağladığını ve sosyal medyanın seçim sonuçlarına etkisinin sıfıra yakın olduğunu gösteriyor.
Peki ciddi araştırmalar ve alanın uzmanları bunları söylerken neden tam tersine inanmakta ısrar ediliyor? Çünkü böylesi herkes için daha kolay. Eğer interneti her sorunun günah keçisi ilan edip sorumluluğu üzerimizden atarsak başka bir şey yapmamıza gerek kalmayacak. Aileler çocuklarını internet okuryazarlığı konusunda eğitmekle uğraşmayacak, kendi kötü alışkanlıklarımızın sorumluluğunu üstlenmeyeceğiz veya medya sektörü yıllardır aldığı kötü kararlar ve bunlardan ders çıkarmamaktaki ısrarı yokmuş gibi davranabilecek. Çünkü hepsi internet yüzünden.
Ne zaman birileri interneti, sosyal medyayı, akıllı telefonları, bilgisayar oyunlarını tek suçlu olarak ortaya atarsa söylediklerine normalin beş katı daha şüpheci ve eleştirel yaklaşmanızı tavsiye ederim. Çünkü genellikle bunun arkasında ya bir ahlaki panik yaratma ya da üzerlerinden suçu atma çabası yatıyor. Bu taktiklere kanmamak ve sadece bir günah keçisi bularak hiçbir sorunun çözülmeyeceğini unutmamak lazım.








